Partisinin kuruluş aşamasında Kopenhang Kriterleri’ni esas alan, AKP’nin ‘demokratikleşme’ programını buna uygun olarak hazırlayan, iktidarının ilk yıllarında durmadan ‘Avrupa Birliği’ne uyum’ yasaları çıkaran ve nihayetinde de Avrupa’yla Medeniyetler İttifakı başlatan Tayyip Erdoğan, şimdi Avrupa’yı unutmaktan, Şanghay Beşlisi’ne katılmaktan söz ediyor! Anlaşılan iktidarda kalabilmek için Avrupa Birliği’nin desteğine yaşamsal ihtiyaç duyan Erdoğan, artık bu ihtiyacı hissetmiyor. 2011 seçimlerinden bu yana adım adım tırmandırdığı Avrupa karşıtı söylemleri bunu gösteriyor.
Aynı şekilde bir zamanlar Erdoğan’ı ‘demokrasi kahramanı’ ilan eden Avrupa da Erdoğan’la yolların ayrıldığı sinyalini veriyor. Avrupa ona sırtını epeydir dönmüş bulunuyor. Yaşlı kıtada Erdoğan’ın adı artık diktatörlerle birlikte anılıyor. Türk başbakanının Şanghay Beşlisi çıkışı da aslında daha çok buna bağlanıyor. Erdoğan’ın kendisini gözden çıkaran Avrupa’ya Şanghay üzerinden tepki gösterdiği iddia ediliyor. Ancak Avrupa, tepkiyi pek de ciddiye almıyor. Bundan olsa gerek Şanghay Beşlisi’yle ilgili açıklamayı duymazdan geliyor. Kimine göre blöf yapmaya, kimine göre gündem saptırmaya, kimine göre de strateji değiştirmeye dönük olan söz konusu açıklama Avrupa’da - beklenenin aksine- heyecan yaratmıyor. Anlaşılan Türkiye’yi Lozan’da biçilen misyonun dışına çıkarmanın; Batı vesayetinden kurtarmanın mümkün olacağına kimse inanmıyor. Açıklamanın üzerinde bu yüzden duran olmuyor. Ayrıca Rusya ve Çin’in öncülüğündeki Şanghay Beşli’sini Batı’ya alternatif olarak sunan Erdoğan’ın ‘yaman çelişkisine’ dikkat çekmek de gerekiyor. Başbakan bir yandan ‘oraya gideriz’ diyerek alternatif olarak Şanghay’ı işaret ediyor ama, diğer yandan da bu oluşumu etkisiz kılmak isteyen Batı’ya aktif destek vermeye de devam ediyor!
AKP hükümeti iktidara geldiğinden bu yana Rusya ve Çin’in Ortadoğu’da önünü kesmeye çalışan Amerika’yla birlikte hareket ediyor. ABD’nin bölgedeki ‘taşeronu’ gibi davranıyor. Onun açık-gizli bütün operasyonlarına katılıyor. Erdoğan hem Amerika’yla birlikte Çin karşıtı cephenin en önünde saf tutuyor hem de Çin’le ‘stratejik ortaklıktan’ söz ediyor. Takkiyenin de bir sınırı olmalı fakat, söz konusu çıkar olunca başbakan sınır-mınır tanımıyor. Öte yandan Türkiye’nin Asya’da gidecek bir yerinin olmadığı da biliniyor. Zira, Rusya ve Çin Türkistan’ı kendi aralarında paylaşmış; bu ikili Batı’nın Türkiye’yi ele geçirdiği gibi, Türk cumhuriyetlerini ele geçirmiş, sömürgeleştirmiş bulunuyor. Rusya ve Çin, Asya Türklerini yörüngede tutmaya hayati önem veriyorlar. Bu yüzden Türkiye’yi aralarına almak bir yana, Asya’dan uzak tutmaya çalışıyorlar. Aynı şeyin İran için de geçerli olduğunu söylemem gerekiyor. Bu ülkede Asya’ya açılmaya çalıştığı her defasına Türkiye’nin karşısına dikiliyor. Anlayacağınız Türkiye’nin Anadolu’dan çıkmasına ne Batı ne de Doğu izin veriyor. Bu ülkeye biçilen misyon Batı sistemi içinde kalmak ve kafasını kaldırmamaktır. Türkiye’yi 1’inci Paylaşım Savaşı sonrasında ‘tampon ülke’ olarak kuran, 2’inci Paylaşım Savaşı’ndan sonra da ‘ileri karakol’ haline getiren Batı, şimdi ona ‘enerji koridorunun bekçiliği’ görevini veriyor. Erdoğan’ın da ne derse desin bundan kaçma şansı bulunmuyor. Bulunmuyor çünkü, hayır diyecek siyasi, ekonomik, askeri, teknolojik ve kültürel birikime sahip değil. Türkiye geldiği bu aşamaya da üretimi ve iç dinamiklerinin gelişimi sayesinde değil, Batı’nın kendi çıkarları için sağladığı destek sayesinde gelmiştir. Bunun değişmesi; Türkiye’nin Batı’dan vazgeçip Doğu’ya yönelmesi demek, Batı sayesinde elde edilen yüzyıllık birikimden vazgeçmesi demektir ki dolayısıyla mümkün değildir. Bu iş cumhuriyet kurulurken Lozan’da halledilmiştir. Türkiye Batı sistemin ‘bekçisi ve çöpçüsü’ haline getirilmiştir. Cumhuriyeti kuranlar kendi istikballeri için ülkelerinin geleceklerinden vazgeçmiş, bu dayatmaya boyun eğmişlerdir. Bunun değişmesi kolay değildir. Bunun değişebilmesi için her şeyden önce Türk devletinin Anadolu ve Mezopotamya topraklarının ruhuyla barışması gerekiyor.
O toprakların yükselen dinamiklerine saygı duyması; Kürtlerle, Ermenilerle, Asuri Süryanilerle, Rumlarla, Lazlarla, Araplarla, Alevilerle vd. barışması coğrafyamızın tarihsel ve aktüel bütün birikimlerini kucaklaması, barış içinde bir arada yaşama kültürünü yaratması gerekiyor. Ne var ki buna da Batı’nın Kemalist elit aracılığıyla sisteme enjekte ettiği Haçlı zihniyeti izin vermiyor! Bu zihniyet kolay kolay değişeceğe de benzemiyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın ülkesini Brüksel’den ayırması gibi Şanghay’a taşıması da mümkün görünmüyor. Türkiye bir uçtan diğerine savrulmaya, bunun sancılarını yaşamaya devam edeceğe benziyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.