Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) kana susamış cihatçıları Musul’u ele geçirip Bağdat’a göz dikmişken, medyanın tüm dikkatinin bu siyahlı adamların Irak’ta gerçekleştirdiği dikkat çekici ‘fetih harekâtına’ odaklanmış olması normal.
Militanların çok sayıda Türk vatandaşını rehin almış oldukları gerçeği ise bu karmaşık duruma tuz biber ekiyor. Bu yazı yazıldığı sıralarda, rehine krizine henüz bir çözüm bulunmuş değildi. Ama Türkiye, sorunun bu kısmını çözmeyi başarsa bile, IŞİD başrolü kapmış gibi görünüyor.
Eylemleri dudak uçuklattığından ve Suriye ile Irak’ta, bölgedeki tüm başkentlere ve daha ötesine kâbuslar gördürecek türden bir karmaşaya yol açmış olduklarından dolayı bu, anlaşılabilir bir durum. Eski sömürgeci Sykes–Picot sınırlarının sona erdiğine dair spekülasyonlarla geçen yılların ardından, İslami cihatçılar, Ortadoğu haritasını tepeden tırnağa yeniden çizme kapasitesine sahip bir güce erişmişe benziyor.
Fakat bütün dikkati bilhassa IŞİD üzerine toplamak ve her türden radikal sonuca kestirmeden varmak doğru mu? Benim görüşüme göre, geniş kapsamlı yargıların çoğu için erken ve bunların büyük kısmı temel bir faktörü gözden kaçırıyor.
İlki, IŞİD’in dünyanın bu kısmında tarihin akışını değiştirme potansiyeliyle ilgili. Belki militanları hafife alıyorumdur, ama açık konuşmak gerekirse etrafları tamamı onlardan nefret eden devletler ve devletleşmemiş ulusal yapılarla kuşatılmış, yaklaşık 10 bin savaşçıdan oluşan bir grubun nasıl uzun vadeli bir etki yaratabileceğini anlayamıyorum.
Evet, Türklerin hatalı müsamahasından faydalanarak, zekice Suriye’nin bazı bölgelerinde destek tabanı inşa ettiler ve Iraklı Sünnilerin merkezi olan Bağdat’taki Başbakan Maliki’nin Şii hükümetinin yıllardır süren mezhepçi ve despot yönetiminden kaynaklı ötekileştirilme hissiyatını istismar etmeyi başardılar. Ama IŞİD’in Suriye’nin bazı bölgelerinde ve Irak’ta, devam eden bir cihat için üs teşkil edecek radikal bir Sünni devlet kurmasına izin verileceğini düşünmek yanılsama olur.
Bu, gelecekte iktidarda kim olursa olsun ne Şam ne Bağdat, ne Ankara, ne Tahran ne de Washington tarafından kabul edilebilir bir şey. IŞİD’in Ortadoğu ağacını sallayan sansasyonel bir fenomen olduğu doğru, ama uzun süreliğine baş aktör olarak kalamayacaklar, çünkü bölgenin güç odaklarından hiçbirinin, hatta Suudilerin bile, onları canlı tutmaktan çıkarı yok. Bu beni IŞİD’e yönelik mevcut takıntıya dair ikinci itiraza götürüyor. Söz konusu takıntı, çok daha kalıcı ve yapısal bir değişimi gözden kaçırma eğilimi yaratıyor: Kürtlerin kararlı bir aktör olarak yükselişi. Musul’un düşmesinin anlamını açıklamaya çalışmakta elbet sorun yok, ama esas devrim niteliğindeki hareket başka bir yerde cereyan ediyor: Kerkük. Bu şehir şimdi tamamen, onu zaten daima nihai başkentleri olarak görmüş olan Kürtlerin kontrolünde.
Maliki’nin ayakta kalabilmek için yoğun baskı altında ve IŞİD’i püskürtmek için Kürt askeri desteğine ihtiyacı olduğu düşünüldüğünde, bu akıllıca hareketin nasıl tersine çevrilebileceğini kestiremiyorum. Kerkük ve buradaki muazzam petrol rezervleri şu andan itibaren Irak’taki bölgesel Kürt yönetiminin bir parçası olacak. Er ya da geç, Kürtler, Bağdat ve Erbil arasındaki bağları yeniden tesis etmek üzere Maliki’nin zayıflığını avantaja çevirecekler ve merkezi yetkililerin bu konuda yapabilecekleri hiçbir şey yok. Geçen ay, Woodrow Wilson Merkezi’nin kıdemli akademisyenlerinden Marina ve David Ottoway, Foreign Affairs’te “Kürtler Nasıl Yollarını Açtılar?” başlıklı bir makale yazdı. Söz konusu makalede yazarlar, Türkiye ve bölgenin diğer bölgeleriyle ulusal sınırlar boyunca ticaret yapan, tam bağımsızlığın belirsiz sonuçlarındansa Irak dâhilinde güçlü bir özerkliği tercih eden, giderek güçlü ve kendine güvenli bir Kürdistan’ı anlatıyorlar. Onlara göre, başarılı yarı-özerk Kürt devleti, hâlihazırda merkezi devlet yapısından hoşnut olmayan diğer Irak bölgeleri için bir emsal teşkil edebilir. İkili, daha da ileri giderek, bölgeyi ileri düzeyde federalleşmiş Esed sonrası Suriye için de sürdürülebilir bir model olarak sunuyor.
IŞİD’in kazandığı bu geçici şöhret de, bugünlerde çok spekülasyonu yapıldığı üzere devletlerin parçalanmasına alternatif olarak ekonomik işbirliğinden doğan yaşayabilir ‘uluslarötesi’ bölgelerin söz konusu edildiği bu senaryoyu olsa olsa güçlendiriyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.