9 Ocak’ta Paris’te kahpece katledilen özgürlük kavgamızın seçkin üç kadını; Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in yaralı bedenleri bugün Kürdistan’a gönderiliyor.
Yüreğimiz de onlarla birlikte gidiyor.
Yarın yüreğimizin başkent Amed’de yapılacak olan cenaze töreninin ardından toprağa verilecekler; ülkemizin sonsuza kadar atacak yüreğine gömülecekler.
Katliamın üzerinden bir hafta geçti. Aradan geçen 7 gün ve 7 gecenin her anını birbiri ardına sökün eden sorular hançerledi.
Katliama dair soruların hançerleri birbiri ardına inip kalkmaya, bizi can evimizden vurmaya devam ediyor.
Ancak, yine de doyurucu bir yanıt bulabilmiş; katilleri ve arkasındaki güçleri hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarılabilmiş değiliz.
Ortada sayısız senaryo, komplo teorisi, tez-anti-tez- sentez; bir sürü şey dolaşıyor ama, bunların hiçbiri de bizi sonuca ulaştırmıyor.
Oysa Paris Katliamı’nın tez elden aydınlatılması gerekiyor. Zira Ortadoğu’yu çok kanlı bir savaş yılı bekliyor.
Fokur fokur kaynamakta ve dağılmakta olan Irak ve Suriye bir yana, dünya nefesini tutmuş İran- İsrail (ABD) savaşını bekliyor.
İran-Irak-Suriye hattında Kürdistan’la Türkiye’yi de içine alacak olan bölgesel bir savaşın ayak sesleri duyuluyor.
Bölgedeki güç dengelerinin kökten değişeceği ve siyasi haritaların yeniden çizileceği böylesi bir süreçte Kürtlerle Türklerin savaşın dışında kalmaları da mümkün görünmüyor.
Burada ise önümüze hayat önemi olan şu soru çıkıyor:
Kürtler birlik halinde Türkiye’yle aynı cephede mi yer alacaklar, yoksa parçalanmış olarak başını İran ile Amerika’nın çektiği kamplara mı dağılacaklar?
Elbette bu sorun yanıtını Kürt dinamiği tek başına veremez. Yanıtı Kürtlerden önce Türk devletinin vermesi gerekiyor.
Türk devleti Kürtlerle gerçekten adil ve kalıcı bir barış istiyor mu? İstiyorsa şayet, bunun gereklerini yerine getirip adımlarını atıyor mu?..
Bu sorulara bu aşamada olumlu yanıt vermek mümkün değil. Türkiye’nin bazı ‘çözüm’ arayışları var ancak, bunlar derda deva değil. Kaldı ki Türkiye, Ortadoğu’da dengelerin değişiyor, Kürtlerin yükseliyor, Kürdistan’ın tarih sahnesine çıkıyor olmasından endişe ediyor. Bu gerçek Türkiye’yi mutlu değil, mutsuz ediyor. Türk devleti Kürtlerin varlığını ve özgürlüğünü bir beka sorunu olarak görüyor. Ancak eskisi gibi ‘tedip ve tenkil’ de edemiyor. Eşitlik, özgürlük ve gönüllü birliktelik temelinde bir çözüme ise yanaşmıyor.
Türkiye inkar siyasetini küresel çağının özelliklerine uygun biçimde yeniden üreterek yoluna devam etmek istiyor. Kürtleri bir ulus, Kürdistanı da bir ülke olarak görmüyor. Bu yüzden Oslo Görüşmeleri’nden bir sonuç çıkmadı. Yeni yılla birlikte başlayan İmralı sürecinin riskleri de asıl olarak buradan kaynaklanıyor.
Türkiye’yi Paris Suikasti’nin faili haline getiren de budur. Ortaya dört başı mamur bir çözüm projesi koysa ve bunu açık müzakereye açsa sürec belki de bu şekilde sabote edilmeyecekti. Ancak AKP Hükümeti bunun yerine tasfiye konseptini hayata geçirmeye çalışıyor. Görüşme ve çatışma süreçlerini bunun için iç içe geçiriyor ve her türlü suikast, saldırı ve sabotaj iklimini kendi eliyle yeşertiyor.
Bu da suikasti kim işlerse işlesin onu fail haline getiriyor.
Dolayısıyla hükümetin yapması gereken Kürtlerle bir masa etrafında oturmak, barış iklimini yeşertecek adımları hızla atmak, bölgenin Kürt dinamiğini Türklerle eşit ve özgür olacakları bir geleceğin ortağı yapmaktır.
Ama bunu yapmıyor. AKP Hükümeti görüşüyor, konuşuyor gibi yapıyor ancak, bunu çözüm için değil, PKK’nin silahsızlandırılması için yapıyor.
Pratik adımlarını da buna uygun olarak atıyor. Askeri ve siyasi operasyonlarını bu nedenle sürdürüyor. Haliyle de buradan bir şey çıkmıyor! Böyle devam etmesi halinde de çıkacağa benzemiyor.
Ancak yine de birçok gözlemci İmralı’da başlayan yeni sürecin stratejik olduğunu ve oradan olumlu bir sonuç çıkacağını söylüyor. PKK de suikaste rağmen görüşmelerin devam etmesiden yana bir politika izliyor. Bunun hayati bir fırsat olduğunu söylemem gerekiyor. Aynı şekilde suikastin aydınlatılmaması halinde sürecin ilerleyemeyeceğinin de bilinmesi gerekiyor.
Süreci ilerletmenin yolu suikasti aydınlatmaktan; sorumlularını hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarmaktan geçiyor.
Kıyamet alemetlerinin belirdiği ve dengelerin yeniden değişeceği Ortadoğu’da Kürt-Türk ilişkilerinin geleceğini bundan böyle Paris Suikasti belirleyecektir.
Madem herkes suikastin İmralı sürecine bir ‘müdahale’ olduğunu söylüyor. O zaman herşeyden önce bu müdahalenin kim tarafından hangi amaçla yapıldığının net olarak olarak ortaya çıkarılması gerekiyor.
1’inci Dünya Savaşı Saraybosna Suikasti’yle başlamıştı.
3’üncü Dünya Savaşı olarak da adlandırılan bölgesel savaşın tetiğine ise Paris’te basıldı.
Bu savaşta Türklerle Kürtlerin aynı cephede mi yoksa ayrı cephelerde mi olacakları sorusunun yanıtı tetiğe basan elin kim olduğunun açıklanmasıyla verilecektir. Bu elin kime ait olduğu bilinmek zorundadır. Kaderimiz buna bağlanmıştır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.