Bakanlar Kurulu’nun dershanelerle ilgili önceki gün aldığı karar, şahsen bir eğitimci olarak beni umutlandırdı.
Sayın Bakan daha geçen hafta, “Dershaneler ocak ayından itibaren yeni kayıt yapmayacaklar.” demişti. Bakanlar Kurulu’nda, kayıtların devam edeceği kararlaştırıldı. Şimdi boğazı sıkan el gevşedi, bir nefes aldık ve makul, sağlıklı bir zeminde yeniden değerlendirme imkânı doğdu.
Ben bu gelişmeyi, hükümetin geri adım atması olarak değerlendirmiyorum. Onun için de iktidara yakın gazetelerin, Bakanlar Kurulu haberini dün birinci sayfalarından hiç görmemesini anlayamadım.
Tabii ki bundan sonrası önemli. Doğruya mı gelindi, yoksa taktik bir durum mu söz konusu bunu anlamamız için epey zamanımız olacak. Bu arada martta yerel seçimler yapılacak. Ağustosta cumhurbaşkanlığı seçimi var. 2015 Haziran’ında da genel seçimler olacak. Konunun, “cemaat-hükümet” tartışmasından da uzaklaşacağını temenni ediyor, demokrasi, hukuk ve eğitim kaygıları ile çözüm aranması gerektiğinin altını çiziyoruz.
Şahsen beni umutlandıran yaklaşım; dönüşüme paralel olarak sınav sistemindeki değişiklikler ve okullardaki yeni yapılanma çalışmalarıdır. Zorluk ve meselenin bam teli buradadır… Sayın Arınç da ifade ettiler, dershane kapatma, ana yasaya, hukuka aykırıdır. Ancak netliğe ihtiyacımız var. Şunun açıkça ifade edilmesi gerekir: Sınav sistemi değişikliği ve dönüşüm çalışmalarının sonunda, isteyen dershaneler yeni kurumlara dönüşür ve kendiliğinden kapanmış olurlar. İstemeyen dershaneler de yoluna devam eder. Sınavsız yerleştirme yapamayacağınıza göre bu sınavlara hazırlık elbette olacaktır. Yani dönüşmek istemeyen dershanelerin üzerine devlet zoruyla gidilemez. Burada niyet çok önemli. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü öncelikli olmalı, “dönüşüm” adı altında dershanelerin kapatılmasından kesin vazgeçilmelidir.
Dönüşüm sürecindeki somut adımlar zaten problemlerin ve gerçekçi çözümlerin neler olduğunu ortaya çıkaracak ve oldubittiye gidilemeyecektir… Ayrıca konu Meclis’e geldiğinde komisyonda ve Genel Kurul’da dayatmalar yerine daha sağlıklı yaklaşımlar devreye girecektir.
Cemaat-hükümet konusuna gelince. İktidarı, muhalefeti, sivil toplumu, anayasal kurumlarıyla hepimizin; demokrasi, hukukun üstünlüğü ve özgürlükler konusunda samimi bir mutabakata varmamız gerekiyor. Sayın Başbakan’ın dün Grup toplantısında “Meclis’in dışında irade yok.” hatırlatmasına kimsenin itirazı olamaz. Bürokraside de sivil irade esastır. Bürokratlar, sivil iradenin emrindedir. Hukuka uygun emirlere itaat etmek ve sadece amirlerinden emir-görev almak zorundadır. Ancak bir kesimi tasfiye amacıyla, hukuk dışı dinlemeler yapmak, “paralel iktidar oluşturma”, “iktidara ortak olma” iddialarıyla vazifeşinas, dürüst, ehliyetli insanları tasfiyeye kalkmak da kabul edilemez. Şahsen ben hüsn-ü zannımla, 2004 MGK kararlarını, 12 Eylül 2010 referandumuna kadar eleştirmiyorum. Hükümetin, kendisi olmakta zorlandığı, sıkıntı çektiği durumları insafla izaha çalışıyorum. Ortada bir ayıp varsa bu sivillerin değil, vesayet sisteminin ayıbıdır. Ancak 2010’dan sonraki fişlemelerin belgeleri şahsen kimyamı bozdu. Bu konuda kamuoyu olarak açıklamaya ihtiyacımız var. Bir de demokratikleşme paketinde, sivilleşme üzerinde koyu bir gölge gibi duran MGK ile ilgili tıpkı Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi gibi artık bir düzenleme yapılsın…
Boğazımı sıkan el gevşedi. İnşallah yanlıştan vazgeçilmiştir…