Haftalardır, Kürt Meselesi’nden başka bir şey yazmıyorum; ya doğrudan Türkiye’de olan bitenler, ya da dünyada olup bitenle ilintilendirerek Kürt Sorunu’ndan bahsediyorum. Çünkü, şu an yaşadığımız savaş hâli, Türkiye’nin felç olması demek. Bu felci yaşadıkça, ne kendimiz, ne gelecek nesiller için iyi bir şey bekleyebiliriz Türkiye’den.
Çok vahim bir sürü şey oluyor Türkiye’de; bir sürü adaletsizlik, bir sürü dert, sorun. Hiçbirini görmezden geliyor değilim. Ama, eğer Kürt Meselesi’nde bir çatışmasızlık, bir “sorunları çözme” dönemi gelmezse, Türkiye’nin diğer tüm sorunları ile de ilgili bekleyebileceğimiz “iyi” bir şey yok.
Kürt Meselesi çözüm yoluna girmedikçe, sorunlar sorun kalmaya, mesele olmaya büyüyerek devam edecekler. Ne ekonomik açıdan, ne eğitim açısından, ne sosyal bakımdan –hele de demokratikleşme bakımından “iyi” bir şey olacak. Meseleler devleşerek Türkiye’yi ezecek savaş ortamı sürdükçe…
Belki, biraz fazla alışığız Kürt Meselesi’nde krizler yaşanmasına… Daha önce de çatışmalar oldu, sıkışıklıklar yaşandı ama sonra bir şekilde gene barış süreci devreye girdi diye düşünüyoruz; belki bunun rahatlığı var üzerimizde Türkiye olarak.
Ama zaman değişti, şartlar değişti; bunlar söylenirken, sadece bir iç sorundu Kürt Meselesi –şimdiyse artık “devlet kurma” süreci sözkonusu. Hattâ, önümüzdeki yıllarda, bir değil, en az iki Kürt devletinin doğuşuna tanık olmamız çok olası. Irak’ta, Barzani yönetimi, devletleşmenin son evresinde; beklenen sadece dış dünyanın nihai onayı ve biraz da, Kuzey Kürt Yönetimi’nin kendi iç karışıklıklarının yatıştığı bir sükûnet dönemi. Destek olacakların biraz daha destek, köstek olacakların biraz daha az köstek olacağı zaman, Barzani yönetiminin Kürt devleti de doğacak. Sadece zaman; tarihsel perspektiften bakınca “an” meselesi. Türkiye’ye komşu bir “Herêmî Kurdistan” gerçekliği var ve inkâr da edilemez.
Rojava’ya gelince; burada doğan özerk yönetim; artık Suriye ne olursa olsun, şu an olduğu hâlden taviz vermeyecektir. Türkiye’nin komşusu olarak “Rojavayê Kurdistanê” gerçekliği varlığını sürdürecektir.
Benim çocukluğum “strateji uzmanlarının” zırvaları ile geçti. Kürt Meselesi ile ilgili, “Kuzey Irak” haritaları açılır, emekli askerler ekranlara çıkar ve en şahininden liberalimsi olanına, işgal planlarından savaş ortamı tasvirlerine, saatlerce “silah”, “çatışma”, “ölüm” dolu konuşmalar yaparlardı. Bugünün çocukları da, aynı manzara ile karşı karşıya. Çehreler değişmiş, “stratejik zırvaları” iletmek için kullanılan sözcükler az biraz modifiye edilmiş; ama konuşanların ağzından hep kan damlıyor, hep ölümü anlatıyorlar.
Büyüyüp de, Ankara’yı ve politikasını yakından tanıyınca, medyatik şöhret “strateji uzmanlarının” tümünün, devletteki farklı kanatların adamları olduğunu ve sızdırılan bilgileri, kamuoyunun zihnini ele geçirmekte kullandığını, algı operatörlerinden başka bir şey olmadıklarını öğrenmiş oluyorsunuz.
Türkiye, ister savaşın ister barışsın; gelecek 10 yıla, sınırında en az iki Kürdistan ile karşı karşıya olacak.
Bu süreçleri nasıl idare edeceklerini planlayan “derin” sığ akıllara bir şey olmaz; ne onların çocuklarının canı yanar, ne kendilerine zarar gelir. Onlar, devletin altı, üstü, yanı, çevresine konuşlanmış ve adeta dizi- maç izlerken çekirdek çıtlatır gibi savaşı izliyor, bundan besleniyorlar.
Bizim meselemiz, “stratejik derinlikler” değil, kendi eş dostumuz, kendi ülkemizin vatandaşları olmalı.
Diyarbakır’dan, yıllarını insan hakları mücadelesine adamış dostumuz, Doktor Necdet İpekyüz’ün kalemine bırakalım gerisini:
“Her gün ezan sesiyle, top, silah, bomba sesi birbirine karışıyor. Her gün daha fazla ölüme tanıklık ediyoruz. Böyle bir dönem yaşıyoruz.
Bugünlerimiz, son dönemlerini yaşayan çok ağır bir hastanın durumunu yakınlarına sormak gibi. Eğer hasta o gün bir tepki vermişse, iki kaşık yoğurt yemişse, ya da yarım kâse çorba içmişse, ‘bugün daha iyi’ derler ya; biz de öyle bir durum yaşıyoruz.
Önceleri silah, roket, top sesi olmadığında bugün daha iyi derken şimdi bu seslere rağmen ölümler olmadığında bugün daha iyi der duruma geldik.
En kötüsü, tüm bunların, yaşanıldığı yer dışında tam görünmemesi, anlaşılmaması ve bu olanlara karşılık gür bir ses verilmemesi. Bu, daha da yaralayıcı oluyor.
O yüzden sizden rica ediyorum; telefon rehberimiz ya da mail rehberimize bir bakalım, olayların olduğu yerde yaşayanlar var ise bulup bir merhaba diyelim, sesimizle dayanışma duygusunu, hüznümüzü, endişemizi paylaşalım, yalnız olmadığını hissettirelim.
Ama bunu, kendimizi iyi hissetmek için değil; iyi olmadığımızı, seyirci olmadığımızı söylemek için yapalım.”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.