Milliyetçilik, 1800’lü yıllardan itibaren imparatorlukları ortadan kaldırarak yeni devletler kurdu. Yıkılan çok etnisiteli imparatorlukların halkları, bu süreçte tek bir milli kimliğe asimile edildiler. Örneğin, Fransız İhtilali gerçekleştiğinde, halkın yarısı bile Fransızca bilmiyordu. Ancak zaman içinde bütün “Fransızlar” Fransız kimliğine asimile oldular ve “dil birliği” sağlandı.
Benzeri bir süreç başka ülkelerde de yaşandı. Örneğin, İtalyan yarımadasında yer alan çok sayıdaki şehir-devlet, 1800’lü yıllara yayılan bir birleşme süreci sonucunda tek bir siyasi yapıya entegre oldu. Milliyetçi lider Massimo d’Azeglio’nun “İtalya’yı ortaya çıkardık, şimdi de İtalyanları ortaya çıkarmamız lazım” şeklindeki sözü, millete göre devlet değil, devlete göre millet inşa etmeye yönelik milliyetçi gayretlerin birinci elden bir özeti gibidir.
“Türkiye’yi kurduk, şimdi de Türkleri varetmemiz lazım!”
Milliyetçi düşünce, (bir parça gecikmeyle) 1800’lü yılların sonlarından itibaren Osmanlı aydınları arasında da yaygınlaşmaya başladı. Ancak Cumhuriyet’in kurulduğu dönemde dahi, halkın çok geniş bir kesimi kendisini Türk değil, Müslüman olarak görüyordu. O dönemde “Türk” kelimesi ile, kırsal kesimde yaşayan ve ekseriyetle okuma yazma bilmeyen kimseler kastediliyordu. Bir başka deyişle, milli bir mana ifade eden Türklük, o yıllarda daha yeni yeni deneyimlenen ve yaygınlaştırılmaya çalışılan bir kimlik durumdaydı.
Şevket Süreyya Aydemir, bu durumu izah ederken, o dönemde halk ile aydınlar arasında müşterek hiçbir şey bulunmadığını belirtir ve konu hakkında bir fikir vermesi amacıyla I. Dünya Savaşı yıllarına dair bir hatırasını nakleder. Şöyle ki, Aydemir, Kafkas cephesindeki Osmanlı askerlerine “Biz Türk değil miyiz” diye sorduğunda, “Estağfurullah!..” yanıtını almıştır. Aydemir’in, “Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz Türk’tük. Bu ordu Türk ordusu idi. Türklük için savaşıyorduk” şeklindeki sözleri, bu durumdan duyduğu üzüntüyü ifade eder. Aydemir, Türklüğün halk içinde karşılığı olan bir kimlik olmadığını, dolayısıyla da ordunun Türk ordusu olamayacağını elbette bilmiyor değildir. Ama dünyanın girdiği bu yeni yolda Osmanlı’nın kurtuluşunun Türk kimliği altında yeniden yapılanmaktan geçtiğine inanmaktadır. “Asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu Türklük olabilirdi” şeklindeki müteakip sözleri, bu arayışın bir ifadesi olarak okunabilir.
Yakup Kadri’nin Yaban adlı romanında geçen bir diyalog da, Milli Mücadele yıllarında Türk kimliğinin halk arasında bir karşılığı olmamasına ve bu ifadeden Anadolu’daki kimi köylülerin anlaşılıyor olmasına bir diğer örnektir:
– İnsan Türk olur da, nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz?
– Biz Türk değiliz ki, beyim.
– Ya nesiniz?
– Biz İslam’ız, elhamdülillah... O senin dediklerin Haymana’da yaşarlar.
Orta Asya Efsanesi
Milliyetçi ideolojiler, ülkenin tarihini bir “kurucu efsane”den başlatarak yeniden kurgular. Yani (tamamen hayal ürünü değilse bile) gerçeklikle ilişkisi pek kuvvetli olmayan bir vaka ortaya konur ve o vakadan başlatılan tarih, bugüne dek yeniden kurgulanır. Bu kurgusal tarih anlatısının amacı, hanedanların ve Tanrı’nın belirleyiciliğini ortadan kaldırmak ve vatandaşların zihinlerinde ortak bir aidiyet bilinci inşa ederek (literatürdeki ifadesiyle) “hayali komüniteler” oluşturmaktır. Milliyetçilik bu amacını başarmış ve neticede modernitenin yalancı dini olmuştur.
Vatandaşlarını hiçbir zaman yaşanmamış olan bir kurgusal tarihe inandırmak, ulus-devletler için istisnadan ziyade kural durumundadır. Türkiye özelinde bunun karşılığı, Türklük ve Orta Asya’dan göç efsanesidir.
Sonsöz
Türkiye Cumhuriyeti’nin “Türkleri Varetme” çabası, ancak kısmen başarılı olabildi. Osmanlı içindeki bütün Müslüman etnik gruplar (Kürtler haricinde), neredeyse tamamen Türklüğe asimile oldular. Yani bugün Türk olmamakta direttikleri için Kürtlere kızanlar, aslında birkaç onyıl önce eski kimliklerini unutarak Türk olan Osmanlı Müslümanlarıdır. İçlerinden bazılarının artık yeni bir kıblesi, yeni bir peygamberi ve yeni bir kutsal kitabı vardır. Çoğu ise, Medine’deki Kıbleteyn Mescidi gibi iki kıbleli olmuştur.
Daha fazlası için:
İlk baskısı 2010 yılında yayınlanan Endoktrinasyon ve Türkiye’de Toplum Mühendisliği adlı kitabımın 10 ve 11. bölümlerinde, yukarıdaki süreci çok daha tafsilatlı bir şekilde ve farklı örnekler ışığında ele almıştım. Bu yazıyı ilginç bulanlar için, kitabın ilgili bölümlerini (ücretsiz olarak indirilebilecek şekilde) şu adrese yükledim: http://j.mp/121ila141
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.