HELSİNKİ Yurttaşlar Derneği "Gündelik Hayatta Laiklik Pratikleri" adında bir proje yürütüyor. Dernek, basına kapalı toplantılar düzenleyerek katılımcıların kılavuz sorular etrafında laiklikle ilgili çeşitli tasavvur ve pratikleri paylaşmasını ve tartışmasını amaçlıyor.
Hafta sonu katıldığım toplantıda projenin "okul" ayağı tartışıldı. Problemleri ifade eden en başarılı cümle "'Bir' olmadan 'beraber' olmayı başarmanın yollarını aramalıyız" cümlesiydi.
"Birlik ve beraberlik" formülü, sorunlardan ve çatışmadan arınmış ideal bir toplum oluşturulabilirmiş yanılsaması yaratıyor. Oysa gerçekte toplumu tek bir kaygı, tek bir fikir, tek bir dil, tek bir hedef, tek bir ideoloji doğrultusunda tek bir gömleği giymeye icbar ettiğinizde bölünmeler, kopmalar, kırgınlıklar artıyor, o vakit "beraberlik" de mümkün olmaktan çıkıyor.
Ancak bizi 'birliğe' icbar eden etkenler ile beni kendiliğinden içine alan ve 'birlik' duygusu veren kimi boyutların aynı kefede değerlendirilmesi ihtimalini de can sıkıcı buluyorum. Resmi ideolojinin enjekte ettiği 'makbul vatandaş' tanımına zorlanmam ne kadar 'yapay' ise, aynı dine mensup olmaktan ileri gelen 'birliği' o kadar 'doğal', kendiliğinden buluyorum. Çünkü ilki bir batılılaşma projesinin topluma dayatılmasının konusu, ikincisi ise bu coğrafyanın ruhsal mayası.
DİNDARLAR BU BERABERLİĞİN NERESİNDE?
Helsinki toplantısı oldukça verimli geçti. Ancak bazı katılımcıların çıkışları ve imaları dolayısıyla, benzer bazı platformlarda sezdiğim pazarlık atmosferine ramak kaldığını hissetmedim dersem yalan olur.
Resmi ideolojinin öteki saydığına "öteki" dememek ve çeşitliliklerin yan yana ve eşit bir biçimde savunulması üzerine kurulu "bir arada yaşama" perspektifini savunan demokratik platformların hemen hepsinde aynı gizli gündem söz konusu oluyor, hatta bazen o kadar gizli bile olmuyor. Dindarların talep ettiği inanç ve ibadet özgürlüğünün karşısına genellikle şu liste çıkıyor, ama açık, ama ima yoluyla:
"Resmi ideolojinin makbul vatandaş kriterlerine uymuyorsun diye sana öteki gözüyle bakan zihniyeti kınayalım, ama sen de 1) Müslümanlığın bir değer olarak dayatılmasını kına. 2) Din eğitiminin Sünni yoruma göre veriliyor olmasını kına. 3) Diyanet İşleri Başkanlı'ğına ihtiyaç olmadığını savun. 4) Gazze'de çocuklar öldürülüyor diye miting yapıyorsan ülkemizdeki antisemitist eğilim için de mücadele etmelisin. 5) Milliyetçiliğin bütün tezahürlerini kınayalım, milliyetçi eğilimleri anlamaya bile çalışmayalım. 6) Pazar yerinde bikiniyle gezen turistlere esnaf laf attı, oysa kadın bedeniyle ne yapacağına sadece kendisi karar verir, esnafı kınayalım. 7) Muhafazakâr hükümetin durmadan 'aile' vurgusu yapmasını kınayalım. 8) Lezbiyen, gay, travesti ve transseksüel haklarına duyarlı olunsun. 9) Avrupa Birliği müktesebatını tartışma konusu bile yapmayalım. 10) Kendimizi ifade ederken 'Bir Müslüman olarak... ' gibi ifadelerle konuşmayalım, bu da bir tür ayrıştırmadır, gerek yok."
Şimdi yukarıdakilerin bir kısımına şahsen evet diyebilirim, ama "tamamı" beni dahi zorlar.
Açık olan bir şey var, o da, bu ülkenin dindar, muhafazakâr, geleneklerine kısmen bağlı bireylerinden bahsediyorsak eğer, yukarıdaki bagajın tümünün sahiplenilmesi durumunda dindarlığının tehlikeye düştüğünü düşünecek olan kişilerin bu "beraberliğe" yanaşmayacağı gerçeğidir. Ve bu yanaşmama halinin "Vaay, devleti ele geçirdiniz tabii, şimdi tuzunuz kuru değil mi?" gibi birtakım kaba ve mesnetsiz ithamların kastettiği şımarıklıkla ilgisi yoktur. Bir kere adam şunu sorar: "Ben bunların tümüne evet diyecek olsam zaten sekülerizmle bir problemim olmazdı, resmi ideolojinin klasik versiyonu ile referanslarım adına çelişkiye düşmüşüm, neden şimdi bir verip on alan ful aksesuvar bir Batılılaşma projesiyle, evvelkinin çağdaş sürümüyle tam tekmil uzlaşı içine gireyim?"
Farklı fikirlerin ve tecrübelerin paylaşıldığı demokratik platformlara her halükârda ihtiyaç var. "Farklılıkların farklı kalma hakkı"nı tanıdığımız sürece...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.