Türkiye’de 2013’ün başından beri inişli-çıkışlı da olsa devam eden süreç, ‘93’lerden günümüze yaşanan görüşme ve diyalogların kamuoyuna en aleni olanı. ‘93’te başlayıp ‘95-96’larda aracılarla devam eden görüşmeler, ‘98’lerde alt düzeyde istihbarat ve ordu görevlilerinin PKK ile direkt görüşmesini beraberinde getirdi. ‘99’da Öcalan’ın Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi yeni bir başlangıçtı. 2004’e kadar zorlu bir süreç yaşayan Kürt hareketi kendini toparladıktan sonra dönemin egemen erki tarafından ama bu kez İmralı üzerinden görüşmeler yine sürdü.
Hatırlamakta yarar var; sözünü ettiğimiz yılların egemen erki orduydu ve devleti yöneten ordu, hükümeti de dışlayarak önemli bir çoğunluğu daha sonra Ergenekon-Balyoz gibi davalarda yargılanan ordu mensupları aracılığıyla görüşmeleri İmralı üzerinden sürdürüyordu.
AKP’nin devreye girmesi 2008 sonrasıdır. 2008 yılına ilişkin hatırlatmamız gereken bir başka gelişme daha var ki o da AKP’nin artık erk olmaya başlamasıdır. O güne kadar devleti yönetemeyen, MGK gölgesinde siyaset üreten-üretmek zorunda kalan AKP, adım adım iktidarını pekiştirmeye başlamıştır ki bu tarihin hemen akabinde Ergenekon davalarının başlaması da tesadüfî değil. Elbet AKP’nin asli yüzünü daha iyi anlamaya başlamamız da bu dönemden sonradır.
AKP’nin 2008’de başlattığı Oslo görüşmeleri 2011’e kadar sürdü. Nihayetinde DTK’nin özerklik ilan ettiği 14 Temmuz 2011’de, Silvan’da yaşanan provokasyon ile Oslo Süreci de son buldu. Yeni bir süreç için adım atılması da 2 yıl sonrasında, 2013’ün ilk günlerinde mümkün oldu.
Bu kısa tarihçeden neyi anlamalıyız?
Tam burada yazının başlığına dönmekte yarar var. Geniş bir kesim bu bilgilerin önemli bir kısmını 2013’ten sonra öğrenmeye başladı. Ama bir de masadaki taraflar açısından değerlendirelim. Gerçekten taraflar kamuoyunun geniş bir kesimi kadar birbirini tanımaz, bilmez durumda mıydı?
Tam aksine, taraflar birbirini herkesten iyi tanıyor...
Elbet tarafların, birbirini tanımanın avantajıyla her türlü taktik-stratejik adımı çok ince hesaplı attığını da bilmek gerekir. Bu durum hem Kürt hareketi açısından, hem devlet/hükümet açısından aynıdır.
Tüm bunları niçin yazdığıma gelince...
Türkiye seçim sath-ı mailine girdikten sonra İmralı’dan PKK lideri, Kandil, Ankara ve Diyarbakır’dan ise KCK, HDP, DBP ve DTK yöneticileri, yani sürecin içinde olan, gelişmeleri en iyi bilenler ısrarla bir provokasyona dikkat çekiyorlar. Hatta öyle ki HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, vasiyet niteliğinde bir açıklama yapmaya bile gerek duydu. Demirtaş’ın, “Ben olsam da olmasam da bu mücadele devam edecek, etmeli” demesi, gözü kara provokatörlerin neleri yapabileceğini gösterecek önemli açıklamalardan biridir.
Tüm bunların tek nedeni var; birbirini tanıma. Çünkü Kürt hareketi AKP’yi, devleti, devlet içindeki güç odaklarını iyi tanıyor; görüşmeleri en son AKP devralsa bile AKP ve öncesindeki tüm odaklar da Kürt hareketini iyi biliyor.
Bu tanıma, beraberinde iyi gard almayı gerektirse bile kabul etmek gerekir ki haklı olanın gardı daima güçlü olur; çünkü o gard, aynı zamanda öz güvenle alınmış bir garddır. Son Ağrı provokasyonunda Kürt hareketinin gelişmeleri deşifre etmesi, 2 gencin yaşamına mal olsa bile AKP’nin Kürtleri şiddete çekme girişimini teşhir etmesi, hiç kuşku yok sözünü ettiğimiz öz güvenle alınmış gardın sonucudur.
Bir başka duruma daha dikkat çekip bitirelim.
Kürt hareketinin AKP ile masaya oturmasını eleştirenler var. Özellikle de CHP, çözümü esas alan yaklaşım yerine grupçu davranarak bu durumu kirli bir iş birliği gibi göstermeye ve 7 Haziran’daki olası oy kaybını önlemeye dönük propaganda geliştiriyor. CHP’nin Ağrı provokasyonunda ikircikli davranıp etkin bir heyet yerine bölgedeki adayları aracılığıyla gelişmeleri izlemesinin bir nedeni de budur. Ağrı provokasyonu, elbet ilk değil. Görünen o son da olmayacak. AKP’yi en iyi tanıyan aktörlerin de dikkat çektiği gibi, Kürt hareketinin yeniden şiddete çekilmesi 2008’den bu yana erki ele almaya başlayan, 2011’den itibaren de erkini pekiştiren AKP’nin, özellikle de Erdoğan’ın işine yarayacaktır. Her şeye rağmen süreci sürdürmeye gayret eden Kürt hareketi yaşananların farkında ama Türkiye halkları bunun farkında mı, değil mi, onu da 8 Haziran günü göreceğiz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.