Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, AYM’nin Balbay’ın durumuyla ilgili tespitinin ardından alınan tahliye kararını emsal gösteren BDP’li İbrahim Ayhan ve Gülser Yıldırım’ın başvurularını reddetti.
Oysa ne demişti AYM, hatırlayalım:
“Seçilme hakkı sadece adaylığı değil parlamentoda bulunmayı da kapsar, tutukluluk seçilme hakkına müdahaledir. Süre sınırı gözetmeksizin milletin oylarıyla seçilen milletvekili tutuklu yargılanamaz.”
CHP’li Balbay’ın aldığı oylar “seçilmiş” olmasını sağlıyor da, BDP’lilerin milletvekili sayılabilmesi için daha hangi barajları aşmaları gerekiyor?
İdare ve yargı organları, AYM’nin tespiti üzerine yerel mahkemenin emsal oluşturacak kararını “takmama hukukuna” sahipler mi?
35 yıl ceza alan birisi tahliye edilebiliyorken, yargılandıkları örgüt üyeliği suçlamasından alacakları cezayı tutuklulukları süresince zaten tamamlamış BDP'liler niye hâlâ içeride? Gülser Yıldırım 15 yıla kadar, İbrahim Ayhan ise 10 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanıyor. Ceza alsalar bile ne kadar yatacaklar ki?
Kısacası, kedi buradaysa ciğer nerede?
İnsanların bu soruları sormaları, ortadaki bariz çelişkiyi siyasi olarak yorumlamaları ve ayrımcılığa isyan etmeleri doğal değil mi?
Peki, bu hukuk garabetinin kaynağı ne? Yıllardır kuvvetler ayrılığında hiyerarşinin tepesine kurulup vatandaşa karşı vesayetin yanında konumlanan yargının klasik refleksi mi?
Sanmıyorum. En azından 2010 referandumuyla çoğulcu bir niteliğe kavuşan HSYK’nın ve yargının geldiği aşamada, malum reflekse sahip aktörlerin üstelik de AYM’nin bağlayıcı kararına rağmen bu denli “fütursuz” olabileceklerini düşünemiyorum.
HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur’un Balbay’ın tahliyesinin hemen ardından yaptığı yorumu hatırlayalım:
“KCK davasına bakan hâkimler de, ‘Yarın başvuru yapılırsa Anayasa Mahkemesi bu davayla ilgili de benzer kararlar çıkaracak’ diyerek tutuklu milletvekillerine yönelik ihlali şimdiden sonlandırmayı seçebilir. Böyle düşünürlerse tabii ki doğru da yapmış olurlar. Çünkü Balbay ve Haberal kararlarıyla, o başvurular içinde ‘ihlal’ kararı çıkacağı kesinleşmiştir.” (Utku Çakırözer/Cumhuriyet)
İkinci alternatif ise, cemaatin sorumluluğu
“Bugünün paralel devleti” teorilerini dile getiren pek çok yazar bunu açıkça söylüyor. Dayanakları ise Cemaatin çözüm sürecinde gizleme gereği bile duymadığı engelleyici-komplocu tavrı ve çözüm sürecinde olmamıza karşın egemen Kürt siyasal hareketini mücadele edilecek en tehlikeli düşman saymaları.
Kulağıma çalınan teorilere göre, bize çelişkili görünen Balbay ve BDP’li vekillerle ilgili kararlar, hükümetle kavgalarında “her türlü kozu” kullanmaktan çekinmeyeceklerini açık eden Cemaat çevrelerinin yeni perspektifleri içinde gayet “tutarlı.”
Şöyle ki, bir yandan AYM’nin Balbay’ın durumuyla ilgili tespit kararı üzerine davadan fiilen el çekmiş mahkeme Yargıtay aşamasını beklemeden hemen tahliye kararı verecek. Darbecilikten aldığı, anayasanın 14. Maddesi kapsamındaki cezası Yargıtay’ca muhtemelen onaylanacak olan Balbay’ın yeniden cezaevine dönmesi gündeme gelecek. Bu durumdan kaynaklanacak kaos beklenirken de aynı taşla ikinci kuş vurulacak ve “çözüm sürecinde emsal hukuki kararda bile çifte standart “manşetiyle” Kürt sokağı karıştırılacak!
Tabii ki, her ne kadar bu teori bağlam içerisinde bir yere oturuyor olsa da henüz “somut” bir delil [artık neyse] ortaya konulmuş değil.
Ama iddiaların gerçek olması halinde, tıpkı Fazıl Say’ın 10 ay hapis cezası almasının hemen ertesinde Cemaat tarafından yayımlanan ve hükümete “düşünce özgürlüğüne saygılı ol” çağrısı yapılan bildirinin benzerinin, mesela “seçilme hakkına ayrımsız saygı” metninin gelmesi işten bile değil.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.