Gerçekten de “teamülleri” bu mu bunların?
Üç hafta sonra görevini bırakacak olan bir Genelkurmay Başkanı’nın, ciddi bir soruşturmada “şüpheli” durumunda olan bir generali Kara Kuvvetleri Komutanı yapabilmek için ülkeyi altüst etmesi mi bu “teamül” dedikleri şey?
Sivil otoriteye, böylesine cansiperane direnmeleri mi?
Nedir bu korkunç makam merakları?
Baskınlarda göz göre göre öldürtülen çocukları kurtarmak için parmaklarını bile kımıldatmayanların, makam paylaşımı için çıldırmaları mı teamül?
İlker Başbuğ, Hasan Iğsız’ı Kara Kuvvetleri Komutanı yapmak için neden böyle ordunun bütün atamalarını kilitliyor?
Orgeneral Iğsız, o makamda en fazla bir yıl kalacak.
Bir yıl için bu ne kavga böyle?
Başbuğ, Orgeneral Iğsız’dan başka hiç kimsenin o komutanlığa layık olmadığını mı düşünüyor?
O “bir yıllık” görev süresi içinde, sapır sapır dökülen orduyu düzelteceğini mi düşünüyor?
Iğsız, komutan olursa artık “şike baskınlar” olmayacak mı?
Hantepe’de çocuklar ölmeyecek mi?
Dörtyol’daki facianın içinden “JİTEM “çıkmayacak mı Iğsız gelirse?
Yoksa hiç de “askeri” olmayan bir sorunu mu var Başbuğ’un?
Kendisine “yakın” olan generallerden bir “komuta heyeti” mi oluşturmaya uğraşıyor?
Görevden ayrılan bir general bunu niye yapar?
Yerini bırakacağı generale hiç söz hakkı tanımadan, böyle bir nezaket göstermeden ölesiye “çarpışan” bir komutan doğrusu pek rastlanılmış bir örnek değil.
Acaba, ülkeyi altüst etmeyi göze almasını sağlayacak kadar büyük bir sorunu mu var Başbuğ’un?
Bir şeyden mi korkuyor?
Paniğe mi kapıldı?
Yerine bırakacağı bir “komutan zinciriyle” kendine bir koruma çemberimi oluşturmaya uğraşıyor?
Başbuğ’un döneminde çok suç işlendi, çok suç ortaya çıktı.
O suçları gereksiz bir biçimde savundu.
“Kağıt parçası”, dedi, “boru” dedi.
Söyledikleri doğru çıkmadı ne yazık ki.
Faili meçhul cinayetlerin sorumlusu olarak yargılanan bir albayı savunmak için televizyonlara çıktı.
Mahkemelere müdahale etti.
Kararlara müdahale etti.
Hantepe’de çocukların öldüğü o korkunç baskının sorumlusu olan generali “Genelkurmay Başkanlığı sözcüsü” vasıtasıyla aklamaya uğraştı.
Ergenekon sanığı Saldıray Berk’i korumasına aldı.
Balyoz davasında haklarında “yakalama kararları” çıkan subayları “orduevlerinde” sakladı.
Başbuğ, şimdi bu yaptıklarından dolayı yargılanmaktan mı korkuyor?
Onu “yargılamaktan” kurtaracağına inandığı bir komuta heyeti “dizayn” etmeye mi çabalıyor?
Askeri “teamül” bu mu?
Günlerden beri yaşadığımız bu saçmalığın bir açıklaması olması gerek.
Bizim ordu, ordu olmaktan epeydir vazgeçmiş gözüküyor ama disiplinsizliği, itaatsizliği, “makam” için ölesiye çarpışmayı insanların gözüne böylesine sokması da iyice tuhaf.
Görüntüyü bile kurtarmaya uğraşmıyorlar artık.
Bir panik havası var.
Neyin paniği bu?
Bu panik bütün ordu tarafından paylaşılıyor mu yoksa özel bir “grubun” paniği mi?
Bütün bu yaptıklarıyla, tümüyle disiplinini ve soğukkanlılığını kaybetmiş bir “başıbozuklar” güruhu gibi gözüktüklerini, kendilerine duyulan azıcık saygıyı da kaybettiklerini, insanları kızdırdıklarını fark etmiyorlar mı?
Hükümetin bu garipliklere, çırpınmalara, sonuçsuz babalanmalara pabuç bırakmayacağı anlaşılıyor.
27 Nisan’da olduğu gibi ağır bir tokat daha yiyecekler gibi gözüküyor.
Sonunda bu generalleri uyarmak bize düşecek herhalde.
“Orduyu da bu kadar yıpratmayın artık.”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.