Yaşlanmak, epeyce yaş yaşamak nedir biliyor musunuz?
Çok basit bir şeydir.
Bütün dünyaya, bütün hayata bakıp, “her şeyin geçtiğini” bilmektir.
Her şey geçer.
Sen de geçersin.
Geriye hikâyen kalır sadece.
Thales öleli iki bin beş yüz yıldan fazla oldu.
İnsanlık tarihinin en büyük bilgelerinden biriydi… Teoremleri hâlâ geçerliliği koruyan bir matematikçi, çocuklar hâlâ üçgenler hakkında onun bulduğu gerçekleri öğreniyor okullarda.
Sahilde kumlara üçgenlerini çizerken, “komutanım seni çağırıyor” diyen askere “şimdi üçgenleri çiziyorum” dediği, askerin de onu mızraklayarak öldürdüğü anlatılır.
Anlatılanlara göre son sözü, kendisini öldüren askere, “üçgenlerimi bozdun” olmuş.
Thales geçti.
Hikâyesi kaldı.
Hüseyin Cahit, yaklaşık doksan yıl önce İstiklal Mahkemesi’nin karşısına çıkarılmıştı, temyizi olmayan, kapısında adam asılan mahkemenin hâkimine, “senin gibi hâkim olmaktansa benim gibi sanık olmayı tercih ederim” demişti. Ömür boyu sürgüne mahkûm etmişlerdi.
Gün geçmiş, devran dönmüş, o gene bir gazetede yazarlığına devam etmiş ve 79 yaşında bir kez daha tutuklanmıştı.
Hüseyin Cahit geçti.
Hikâyesi kaldı.
Hayat geçer, herkes geçer, her şey geçer.
Bir hikâye kalır geriye.
Victor Jara, arkasında iz bırakmış, bütün Latin Amerika’yı etkilemiş Şilili bir şarkıcı.
Askerî darbeden sonra diğerleriyle birlikte tutuklanıp bir stadyuma koymuşlardı.
Onu sahneye çıkartıp işkence yaptılar, bir daha gitar çalmasın diye ellerini parçaladılar.
Onlar dipçiklerle ellerini parçalarken Jara, gittikçe kısılan sesiyle Venceremos’u söylüyordu.
“Fırtına yırtıyor sessizliği
Ufuktan bir güneş doğuyor”
Ümidin şarkısını söylerken makinelilerle taradılar onu.
Jara geçti.
Hikâyesi kaldı.
Şarkısı kaldı.
Yaşlanmak budur işte, her şeyin geçeceğini bilmektir, geride bir hikâye kalacağını bilmektir, hayatın teslim olmaya, korkmaya değmeyeceğini bilmektir, yeryüzünde kısa süre kalıp kaybolan bir bedenin biraz daha iyi şartlarda yaşaması için “hikâyenden” vazgeçmemen gerektiğini bilmektir.
İnsanlık, “hikâyelerini” bırakan insanlar sayesinde ilerledi, onlar sayesinde “insan olmak” övünülecek bir değere dönüştü.
Binlerce yıldır insanlık iktidar mücadeleleriyle birbirini öldürüyor.
Kaç imparatorluk kuruldu, kaç imparatorluk battı, sayısını bile bilemezsiniz.
O imparatorlukların saraylarındaki iktidar kavgalarında kimler kimleri yok etti, bilemezsiniz.
Kimler kimlere boyun eğdi, kimler çıkarları için kendini sattı, bilemezsiniz.
Onların bir hikâyesi yoktur.
Onlardan geriye kalan bir “sedâ” yoktur.
Bir iz yoktur.
Yeryüzünden gelip geçen milyarlarca insandan oluşan bir kalabalığın içinde onlar da kaybolup gitmiştir.
Zor zamanlardan geçiyoruz.
Bir darbeyi atlattık, bir iç savaşın eşiğinden döndük ama özgürlüğün ışığı şavkımadı üstümüze.
Halkın yiğit direnişiyle tarihe bir “hikâye” bırakacak bir iş yapıldı ama ertesi gün seksen yaşındaki Hilmi Yavuz gözaltına alındı.
Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en büyük şairlerinden biri.
“herşey nasıl da bütündü bir zaman:
şimdi bahçe eksik, güllerse yarım;
kar yağar, hüzün bile yok... ve nerdesiniz,
âh, evet nerdesiniz, yok saydıklarım?”
Herhalde elli yıl kadar oluyor, ben gencecik bir çocuktum, o adı bilinen bir şair, bir otobüs yolculuğunda uzun uzun “kelimeler” üstüne konuşmuştuk… Şiirin “kelimeleri kullanarak kelimelerin ötesine geçme sanatı” olduğundan.
Ben yaşlıyım şimdi, o benden de yaşlı.
Ve ben onun polis sorgusunda fenalaştığını okuyorum.
Seksen yaşındaki şairini polis sorgularına alacak kadar insafsızlaşan bir toplum olmayı hak ediyor mu burası?
Bu mu bir darbeyi yenmenin ertesinde yaşanacak hikâye?
Şahin’in ellerini arkasından kelepçelemişler.
Resmini gördüm.
Bütün hayatı darbelere karşı mücadeleyle geçmiş, bütün hayatı “demokrasiye” adanmış, yetmiş iki yaşında bir adam.
Beyaz gömleği, asık yüzü, elleri arkasından kelepçeli, polislerin arasında merdivenlerden iniyor.
Övünüyor musunuz bununla?
O yiğit direnişin “hikâyesini” böyle gölgelemeyi mi tercih ediyorsunuz?
Nazlı’yı, “operasyonlarla” aramak mı bu toplumun hikâyesi?
Polis arabasında tutuklanmaya giderken kalenderâne gülümseyen Ahmet Turan Alkan’la, Nuriye Akman’ı hapse atmak mı hikâyemiz?
Neden yapıyorsunuz bunları?
Bu insanların darbeci olmadığını, darbeyle hiçbir alakaları olamayacağını bilmiyor musunuz?
Niye bu insanlarla birlikte onca gazeteciyi zindanlara dolduruyorsunuz?
Neden hikâyenizi gölgelendiriyorsunuz?
Neden o muhteşem direniş hikâyesinden, o hikâyeyi daha da parlatacak bir özgürlük yaratmayı tercih etmiyorsunuz?
Üstelik bir de bunları söyleyenleri de hapsetmekle tehdit ediyorsunuz.
Bunlar geçer.
Her şey geçer.
Herkes geçer.
Hikâyeler kalır geriye… Anlatılmaya değer hikâyeler.
Yaş yaşamak bunu bilmektir.
Bir toplumun tarihte iz bırakacak, yıllarca anlatılacak hikâyesini, bu görüntülerle neden silmeye çalışıyorsunuz?
Seksen yaşındaki şairini sorgularda zorlayan bir toplum iflah olur mu, hiç böyle bir hikâye okudunuz mu?
Bunları görüp de susacak mıyız?
Susarsak, tankların önüne atlayan, hayatını feda eden, sakat kalan o çocuklara biz nasıl layık olacağız?
Korkarsak, sinersek, eğilirsek, bu toplumun hikâyesine ihanet etmiş olmayacak mıyız?
Bir hikâyesi olan bir toplumun, o topluma övünülecek yeni hikâyeler armağan etmek zorunda olan üyeleriyiz.
Bizden susmamızı beklemeyin.
Bizden korkmamızı beklemeyin.
Bizden bu toplumun hikâyesine ihanet etmeyi beklemeyin.
“herşey nasıl da bütündü bir zaman:
şimdi bahçe eksik, güllerse yarım”
Bahçeyi eksik, gülleri yarım bırakmayın.
Zindanlara doldurmayın günahsız insanları.
Bu topluma layık olun.
Bir hikâyemiz olsun, geçip giderken arkamızda bırakacağımız.
O hikâyeyi gölgelere teslim etmeyin.
Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.