Kuzey Irak’taki referandum göreceli olarak sakin bir ortamda gerçekleşti. Her yönden gelen itiraz ve tehditleri düşünürsek, içeride de çatışmalı bir atmosferin oluşması mümkündü ama öyle olmadı. Dendiğine göre Arap ve Türkmenlerin bir bölümü sandığa gitmedi ve beklendiği üzere yüzde 70 üstü katılım ve 90 üstü evet oyuyla referandum tamamlandı.
Bu olay zaten istikrarsız olan Irak’ta yeni bir sayfanın açılması demek… Daha istikrarlı veya tersi bir noktaya gidip gidilmeyeceğini ise aktörlerin davranışları belirleyecek. Referandumun Irak anayasasına aykırı olduğunu söyleyenler, Irak merkezi hükümetinin aynı anayasaya göre IKBY ile ilişkisinde uyması gereken onlarca maddeye uymadığını da dikkate almalılar. Diğer deyişle referandum olmasa da, Irak böyle devam edemez ve bütünlüğünü koruyamaz durumdaydı.
Diğer taraftan Barzani’nin çeşitli nedenlerle hırsa kapıldığından, stratejik bir hata yaptığından söz edebiliriz ama milliyetçiliğin gözünün ‘kör’ olduğunu bizzat kendi tarihimizden de biliyoruz. İş o noktaya geldiğinde, nasıl baskı ve tehditle Türkleri durdurmanın mümkün olmadığını düşünüyorsak, Kürtlerin veya diğer milletlerin de durdurulamayacağını öngörmemiz gerekir. Farz edelim ki bu adımdan sonra bir Kürt-Arap çatışması ihtimali arttı… İyi de, bizim kullandığımız taktikle bunu durdurmak mümkün olmamış gözüküyor. Demek ki biz de yanlış yaptık… Barzani’nin referandumu ertelemesi veya iptal etmesi için bir müzakere yolu vardı ve kullanılmadı. Irak merkezi hükümetinin de bazı şeylere ikna edilmesi gerekiyordu ve yapılmadı.
***
Hele Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’nın söyledikleri gibi bu olay ulusal güvenliğimizi ‘en üst düzeyde’ tehdit ediyorsa, herhalde çok daha dikkatli bir strateji izlemek gerekirdi. Çünkü açıkça görülüyor ki uyguladığımız dış politika çizgisi referandumu engellememek bir yana, Kürtlerin psikolojik olarak Türklerden uzaklaşmasına, IKBY’nin İran’a mahkum olmasına ve hatta belki de PKK’ya yakınlaşmasına neden olacak.
Olayın başında Türkiye en avantajlı aktördü. Irak’ta bir denge unsuru olabilecek, hakemlik ve arabuluculuk yapabilecek tek güçtü. Şimdi ancak İran dolayımı ile denklemde yer alan bir ‘yabancı’ unsur olarak kalma tehlikesi ile karşı karşıyayız. Binali Yıldırım doğru bir tespitle “Etnik ve mezhepsel çatışmalar, derin siyasal ve toplumsal çatlaklar oluşturuyor ve terör örgütleri kan, şiddet, insanlık dışı eylemlerden oluşan bu çatlakları dolduruyor” demişti… Ama şimdi biz kendimiz bu türden bir çatlak yaratılmasına destek vermiş, en azından engelleyebilecekken engellememiş olduk.
Şimdi istediğimiz olmadı diye çıtayı yükseltiyor, enerji vanasını kapatmaktan söz ediyoruz. Irak Türkiye’nin dış ticaretinde üçüncü ülke konumunda ve IKBY bunda büyük pay sahibi. Vana kapatılırsa biz petrolü başka yerden alırız ama ihracat düşer, büyümeyi olumsuz etkiler ve yurt dışında aranan paranın maliyeti daha da yükselir. Maksat ille de ders vermekse sorun yok… Ama başkasına ders verme uğruna kendine zarar vermeyi Türkiye toplumuna anlatmak kolay olmaz.
***
Bu gerilimde muhalefet ise ilkel siyasete devam ediyor. Hükümetin nasıl olsa vaat ettiğini beceremeyeceğini umarak milliyetçilik çıtasını yükseltiyor. Böylece hep beraber irrasyonel bir tutumu ‘millileştiriyor’, Ortadoğu’da kendi bindiğimiz dalı kesiyoruz. Burada da durmuyor, Barzani’yi ‘duygusal’ olmakla suçlayıp kendimizi bunun dışında tutarken, “anlayacağı dilden konuşmayı biliriz” deyip Rudaw TV’yi Türksat’tan çıkarıyoruz…
Bir an için düşünün… Bu tutum IKBY’nin bağımsızlıktan vazgeçmesini sağlar mı? Yoksa tam aksine tek çıkışın bağımsızlık olduğu fikrinin tüm Kürt dünyasında yaygınlaşmasını teşvik mi eder? (Karar)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.