Hükümetin, 8 Ekim’de yaşadığımız “ayaklanma” denemesinden sonra, Güvenlik Kuvvetleri’nin benzeri durumlarda daha etkili mücadele edebilmesi için bazı önlemler alma ihtiyacı duyması anlaşılır bir şey.
Biliyoruz ki, PKK- HDP’nin bu denemesinin bir amacı da, devlete “ne kadar güçlü” olduklarını; bir çağrıyla Türkiye’nin altını üstüne getirebileceklerini göstermek, böylece pazarlık güçlerini yükseltmekti. “Çözüm süreci bizim iki dudağımızın arasında. Taleplerimizi ciddiye alın, yoksa bu işin şakası yok” diye tehdit ettiler akıllarınca.
Böyle durumlarda tehdit devlete yönelmiş görünse de, esas hedefin kamuoyu olduğu iyi bilinir. Zayıf devlet ortoritesi tablosu hem Türk hem de Kürt kamuoyunda son derece yıkıcı etkiler yapar; güven kaybına yol açar; hatta güçlüye yönelme etkisi yapar. Bu yüzden hükümetin, şiddetle mücadelede bir zaaf tablosu oluşmasını ne yapıp edip engellemesi şarttır. Böyle bir zaaf tablosuyla Çözüm Süreci’nin ilerletilmesi de mümkün değildir.
Kamu güvenliği noktasında güçlü bir iktidar, hem PKK’nın bölgedeki hegemonyasını yaşamsal bir tehdit olarak gören geniş Kürt kitleleri için hayati bir konudur; hem de Çözüm Süreci’nin PKK’nın tehditleriyle, onun belirlediği ajanda doğrultusunda devam etmesini asla kabul etmeyecek olan Türk kitleleri için...
Ben o yüzden, içine girdiğimiz yeni fazda hükümetin geçmiş dönemde PKK’nın bölgede uygulamaya koyduğu yasadışı faaliyetlere (haraç toplamalar, özel mahkeme kurmalar, adam kaçırmalar, tehditler, şantajlar) gösterdiği toleransı azaltacağını, daha kararlı bir tutum takınacağını tahmin ediyorum. Bu anlamda da, kamu güvenliği konusunda yeni önlemler alınmasını; örneğin molotofkokteyli atmanın cezasının ağırlaşmasını; gösterilerde maske takmanın suç sayılmasını doğru buluyorum.
Riski görelim
Ama öte yandan güvenlik kuvvetlerinin şiddet eylemlerinde güç kullanma yetkilerinin genişletilmesinin; bir başka deyişle terörle mücadelede güvenlik bürokrasisinin daha etkili ve inisiyatifli hale gelmesinin iki ucu keskin bir bıçak olduğunu da görmeliyiz.
Hükümet inisiyatif tanıdığı ve yetkilerini genişlettiği asker-polis güvenlik bürokrasisini ne ölçüde kontrol edebilir ve ne ölçüde güvenebilir? Hele hele bu güçler içinde Çözüm Süreci’ni provoke etmeye can atan unsurların bulunduğu biliniyorsa... Bekir Berat Özipek’in AjansHaber’e yaptığı açıklamada da söylediği gibi, “Güvenlik bürokrasisine, askere kapı açacak bir şiddet, en demokratik duyarlılığa sahip ülkelerde bile risk kaynağıdır. Sicili bozuk olan Türkiye’de ise çok daha büyük risk kaynağıdır.”
Çözüm karşıtlarının 8 Ekim’den bu yana koro halinde “90’lara mı dönüyoruz?” propangandasına kalkışması boşuna değil. Bu cümleyi tekrarlayıp duranların önemli kısmı bir tehlikeden ziyade umudu ifade ediyorlar.
Bugün Güneydoğu’da Çözüm Süreci’ni taşıyan ana unsur bölge halkıdır. Bölge halkının devletin değiştiğine inanması ve sorunlarının demokratik siyasetle çözülebileceğine güvenmesidir.
Ben bu kitlenin geçtiğimiz hafta ortaya çıkan tabloyu çok iyi değerlendirdiğini; yaşananları asla tasvip etmediğini ve PKK-HDP çizgisinin bölgedeki desteğinin zayıfladığını düşünüyorum.
Ama birkaç büyük provokasyon; güvenlik kuvvetlerinin aşırı ve orantısız güç kullandığı birkaç büyük olay her şeyi değiştirebilir.
Eğer bu kitle devletin değiştiğinden şüphe duymaya başlarsa; fırsat bulduğunda sap saman ayırmadan tekrar üstüne geleceğinden ürkmeye başlarsa bütün dengeler değişir. Çözüm süreci asli sahibini kaybeder.
Özetle, bıçak sırtı bir dengeden ve ülkeyi yönetenlerin bütün yönetim becerilerini ortaya koymaları gereken, hata kaldırmayan bir dönemden söz ediyoruz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.