Günümün büyük bölümünü, Suriye’deki son gelişmeleri, hem Şam’daki rejimin denetlediği basından hem muhalif haber kaynaklarından izleyerek geçirdim; ülkedeki duruma ilişkin yazılanları “objektif” olma iddiasındaki büyük ajanslardan da, “sübjektifliğine” değer verdiğim bloglardan da takip etmeye çalıştım; uluslararası medyanın her iki kanadına da, yani hem Batı’nın büyük televizyonlarına, gazetelerine ve fikir kuruluşlarının yayınladığı raporlara, hem de Baas sempatizanı görünen “Avrasyacı” çevrelerin ürettiklerine baktım.
Sorusu çeşitli biçimlerde sorulabilecek tek bir cevabı bulmak için yaptım bunu: “Beşşar Esad’ın aklından ne geçiyor? Kendisini, içerideki popülarite düzeyini, dış desteğini şu anda nasıl görüyor? Daha ne kadar dayanacağını düşünüyor? Bırakıp gitmeyi planlıyor mu? Yerinde kalabileceğine inanıyor mu?” Çeşitli meşreplerden çok sayıda gözlemcinin birkaç dilde anlattıklarını okuduktan sonra aklımda beliren cevap, Suriye’de değişimin tahminimden daha yavaş ve daha sancılı olabileceğini düşündürdü bana.
Babasının ölümü üzerine 2000 yılında başa geçen ve bugün kırk altı yaşında olan bu nispeten “ılımlı,” “Batılılaşmış” ve sözümona “reformcu” göz doktoru, Arap Baharı’nın on ay önce kendi topraklarına varmasından bu yana, halkına karşı giderek körleşen, sertleşen, şedidleşen bir çizgi izliyor. Esad’la hâlâ yakın teması olan –dolayısıyla çoğu da yandaşı sayılabilecek– diplomatların, gazetecilerin, işadamlarının aktardıklarını okuyunca anlıyorsunuz ki, bu çizginin bu aşamada yumuşaması, Suriye liderinin kendi rızasıyla “iktidarı bırakması” ya da ciddi tavizlerle, sonunda iktidarı bırakacağı bir geçiş dönemine razı olması pek mümkün görünmüyor.
29 ocak cumartesi akşamı, Şam’ın dış mahallelerinde güvenlik güçleri muhaliflerle çatışırken, başkentin en şık lokantasında Esad’la yemek yiyen Lünanlı bir politikacı, Suriye liderinin “hiçbir şey olmuyormuş gibi, yemeğin ve sohbetin tadını çıkardığını” aktarıyor örneğin. Bu politikacıya göre, “Beşşar asla istifa etmeyecek.”
Suriye’de on ayda, altı binden fazla insan öldü ve siz yaşananları, bizim burada kendisine “solcu” diyen birtakım yazar çizerin yaptığı gibi “emperyalizmin oyunu” olarak görür ve mesela Havana merkezli Prensa Latina ’nın bu konuda Türkçe dahil beş altı dilden verdiği haberlere inanırsanız, “Türkiye’den sızan bir avuç teröristin Suriye’nin istikrarını bozma çabası ve Batı’nın da bunu kışkırtmasından ibaret” olan karışıklıkların er geç dineceğini düşünebilirsiniz.
İşin ürkütücü tarafı, Esad’la yapılan son görüşmelerde muhataplarının edindiği izlenimin de bundan pek farklı olmaması. Suriye lideriyle yılbaşından sonra Şam’daki sarayında buluşan bir tanıdığının anlattıklarını aktaran Batılı bir diplomat, bütün gün i-pad ’iyle oynayan ve “İsrail, İran’a ne zaman saldıracak” sorusuna yanıt arayan kaygısız bir adamı tarif ediyor.
Doğrudan kendisinden emir alan birlikler Mevlid Kandili gecesi Humus’ta kıyım yaparken, camiye gidip dua ederek fotoğraf çektirten Esad, “asayiş berkemal” mesajı vermek istiyor elbet. Meali: “Biz bu ülkeyi, Batı’nın kışkırttığı birkaç teröriste terk etmeyiz. Kendimizden eminiz, Allah’a imanımız tam, içimiz huzurlu.”
Suriye’nin, Batı’nın iddia ettiğinin aksine “dönüm noktası”na henüz varmadığını, Esad’ın “yolun sonu”nda olmadığını ve hâlâ ayakta kalma gücüne güvendiğini savunanların tezlerini bence büsbütün yabana atmamak gerek. Esad’ın halkını büyük bir hoyratlıkla bastırdığı kesin ama bu iş için, şu âna kadar askerî birliklerinin sadece küçük bir bölümünü kullandığı, ordusunun yüzde sekseninin henüz kışlasından çıkmadığı da gerçek. Muhalefet, her ne kadar, bazı ilçeleri, bazı mahalleleri denetimi altına alabildiyse de, Humus’taki BBC muhabiri Paul Wood’un kısacık cümlesi, ülkedeki askerî güç dengesi konusunda gayet net bir fikir veriyor: “Tanklara karşı Kalaşnikovların muharebesi bu.”
Ayrıca Esad’ın, tam da Hama Katliamı’nın yıldönümünde Humus’ta 300 insanı öldürttüğü gece, BM Güvenlik Konseyi’nde kendisini kollayan Rusya ve Çin gibi dostlarına, tabii, İran’a ve Hizbullah’a, dahası, Baas sonrasında baskıcı bir Sünni rejimiyle muhatap olmaktan çekinen Alevi ve gayrı-müslim halka da güveni sürüyor.
Esad’la son dönemde konuşan Rus diplomatlarının Batılı meslektaşlarına aktardıkları izlenim şöyle özetlenebilir: “Kendi durumuyla, Mısır ya da Libya’daki liderlerin durumları arasında çok fark görüyor. Kendi tabanının, Mübarek’in de, Kaddafi’nin da tabanından çok daha sağlam olduğundan emin. O, diğerlerinin başlatamadığı değişimi bizzat başlattığına inanıyor.”
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Dış İstihbarat Başkanı Mikhail Fradkov bugün Şam’da olacaklar ve Esad’a vermeleri beklenen mesajlar arasında, “Yemen’dekine benzer bir geçiş sürecini Suriye’de başlatabilecekleri” de var. Ama yukarıdaki izlenimin “sahici” olması halinde, Esad’ın Yemen lideri Salih’in izinden gitmeyi kabul etmeyeceğini de öngörebiliriz.
Bütün bunları şunun için yazıyorum:
Güvenlik Konseyi’ndeki çifte veto sonrasında ABD, Fransa, Britanya ve Arap Birliği, Suriye’de rejim değişikliğini hızlandırmak üzere, “BM’yi devredışı bırakan bir plan” üzerinde çalışmaya başlayacaklarının işaretini verdiler. Bir yandan, Suudilerin de rızasıyla Katar üzerinden Suriye muhalefetini silahlandırma girişimi sürerken, bir yandan da Batı “askerî müdahale içermeyen ama Esad’ı iyice köşeye sıkıştıracak bir tür abluka” kurmanın yolunu arayacak. Arap Birliği’nin Kosova formülünün bir benzerini Suriye’de de uygulatmak isteyebileceği, Fransa’nın Libya’dakine benzer bir NATO müdahalesini gündeme getirebileceği ve hatta Bush’un Irak’ta kullandığı “Gönüllüler Koalisyonu” teriminin Suriye için de tedavüle sokulabileceği, dünyadaki haber trafiğini izlediğiniz zaman karşınıza çıkan ihtimallerden birkaçı. Bu kapsamda, Türkiye sınırında bir tampon bölge ya da yardım koridoru oluşturulması önerisinin yeniden canlandırılması da sürpriz olmayacaktır.
Velhâsıl, Suriye’de Esad’ın bırakıp gitmesini ve ardından Baas rejiminin tasfiyesini öngören bir uluslararası faaliyetin düğmesine çoktan basıldı. Bu faaliyet, öyle Prensa Latina ’da filan iddia edildiği üzere durduk yerde Suriye’ye müdahale güdüsüyle başlamadı elbette; Esad kendi halkının taleplerini gözeten reformları bir türlü yapmadığı, halkına karşı silah kullandığı ve binlerce sivilin ölümüne yol açtığı içindir ki, “küresel vicdan” artık Suriye’de olup biteni seyretmekle yetinemeyecek bir noktada bugün. Ama Esad’ın aklından geçenleri kavramaya yönelik mütevazı gayretim eğer beni fena halde yanıltmıyorsa, Suriye’nin çok daha kanlı ve çevreye yapacağı muhtemel etki açısından çok da belalı günlere gebe olduğunu düşünüyorum. Yanılıyor olmayı çok isterim.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.