Ne zaman Kürt ve PKK sorunları söz konusu olsa hemen akla iki tanımlama gelir: Güvercinler ve şahinler. Çünkü Kürt siyasi hareketinin “ılımlılar” (yani güvercinler) ve “sertlik yanlıları” (yani şahinler) olarak nerdeyse ortadan ikiye bölünmüş olduğu düşünülür; özellikle şahin kanadın bazı ülkelerle taşeronluk ilişkisi içinde oldukları ileri sürülür.
Güvercin-şahin ayrımının Kürt hareketini anlamada ne kadar işlevsel ve yararlı olduğu yolunda farklı görüşler var. Şahsen, bu ayrımın bir yere kadar anlamlı; güvercin bilinenlerin kolaylıkla şahin, şahin bilinenlerin de kolaylıkla güvercin pozisyonları aldıkları düşünülecek olduğunda pekala kafa karıştırıcı olabileceğini düşünüyorum.
Kalpsiz kargalar
Öte yandan güvercin-şahin ayrımının sadece PKK değil devlet için de geçerli olduğunu akılda tutmak lazım. Örneğin Kürt sorununun çözümü açısından son derece berbat bir yıl olan 2009’un bitiminde kaleme aldığım yazıda (http://rusencakir.com/Guvercinler-sahinler-ve-de-kargalar/1246), o tarihte yaşadığımız sorunların büyük ölçüde Kürt hareketindeki değil, devlet içindeki “güvercinler-şahinler” ayrımından kaynaklandığını ileri sürmüş ve şöyle devam etmiştim: “Aslına bakılacak olursa bu yanlış gidişatın birinci derecede sorumlularını ‘şahin’ değil de ‘karga’ olarak adlandırmak daha isabetli olabilir. Bunların ortak özelliği, siyasal ve toplumsal hareketleri esas olarak ve bazı durumlarda sadece istihbarat raporlarıyla anlamaya kalkmaları; yerinde ve derinlikli gözlemlere yönelmemeleri; bir analist için en çok elzem olan ‘şeytanın avukatlığı’nı yapmaya asla niyetlenmemeleri ve en önemlisi işin içine hiçbir şekilde kalplerini katmamalarıdır. Diğer bir deyişle gerçekten Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünü canı gönülden istememeleridir.”
Daldan dala
Devletin, Abdullah Öcalan’ı merkeze alarak, PKK’nın silahsızlandırılmasını hedefleyen yeni bir süreç başlatmış olduğunun anlaşılmasıyla birlikte verilen tepkileri hatırlayalım: Bir yanda bir çözüm umudu yakalndığını düşünen, temkinli ya da değil bir iyimserlikle sürece destek veren “güvercinler”; karşılarında devletin Öcalan ve PKK ile görüşmesini asla kabullenemeyen, sorunun yegane çözümünün askeri operasyonlardan geçtiğine inanmayı sürdüren “şahinler” ve nihayet suret-i haktan gözüküp, yani müzakere fikrine mutlak bir şekilde karşı çıkmayıp, daha hiçbir şey belli olmadan “boşuna hayale kapılmayın, burdan bir şey çıkmaz” diye kötümserlik pompalayan “kargalar”.
Örneğin bir önceki açılım sürecinin ortasında yarı yolda bırakılmanın verdiği kızgınlıkla bazı aydınların bu sefer hükümete mesafeli yaklaşması; kredi verdiğini açıklaması üzerine Başbakan Erdoğan’ın kaba bir şekilde Kemal Kılıçdaroğlu’nu terslemesi gibi normal sayılabilecek olaylar kargaları epey sevindirdi. Ama en büyük mutluluğu hiç kuşkusuz Paris suikastiyle yaşadılar.
Öncelikle suikasti PKK içi çatışmaya bağlayıp bunun üzerinden “PKK müzakere konusunda tekvücut değil” propagandası yaptılar. “Yıllarca devlet tarafından muhatap alınmak istenen örgüt neden böyle bir aşamada yan çizsin ki!” gibi itirazlar halinde hemen ikinci senaryoyu devreye soktular: PKK’nın silah bırakmasını istemeyen dış güçler.
Yuvaları devlet içinde
Aslında “dış güçler” ihtimali sürece samimi olarak destek verenler tarafından da büyük ölçüde benimseniyor, ama ortada çok büyük bir fark var: Türkiye’nin ne yapıp edip barışa ulaşmasını isteyenler, her türlü provokasyona rağmen yeni İmralı sürecine destek verirken, “karga” olarak tanımladığımız çevreler kestirip atıyor: “Bu dış güçler o kadar güçlü ki, onlara rağmen bu süreç tamamlanamaz!”
Neden böyle yapıyorlar, niye Türkiye’nin kötülüğünü istiyorlar, bilemem. Ama bildiğim bir şey var, “kargalar” hâlâ devlet içinde yuvalanıyor, devletin bazı kesimleri tarafından yemleniyor; hatta bu süreçte önemli sorumluluklar üstlendiğini bildiğimiz bazı kişiler nedense onlarla iyi geçinmeye çalışıyor.
Küçük bir hatırlatma: Besle kargayı oysun gözünü!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.