Bundan birkaç yıl önce Başbakan Erdoğan çeşitli meslek erbabı aydınlarla Dolmabahçe Sarayı’ndaki dizi toplantılarda bir araya gelmişti.
Bunlardan gazeteci ve yazarlarla olanında bir sunuş yapmış ve gündemde olmamasına karşın sözü Ermeni meselesine getirerek aynen şöyle demişti: “Yüzümüze bakmak için berrak bir su arıyoruz”… O güne dek herhangi bir devlet yetkilisinden veya siyasetçiden duyulmuş olan en samimi ve aslında en radikal sözdü. Samimi bir itiraftı, çünkü tarihi gerçek yaşanmışlığın içinden bilmediğini söylüyordu. Aynı zamanda bunun önkoşulunun samimiyet olduğunu da vurgulamış oluyordu. Çünkü anlaşıldığı kadarıyla Erdoğan’a göre şu an ‘bulanık’ sulardaydık ve ‘berraklık’ herkesin gayretine muhtaçtı. Ama bu basit cümle aynı zamanda devletin ideolojik zeminini sarsan bir radikalizm de içeriyordu. Cumhuriyet’in başından beri sürdürülen ve esas olarak inkâra dayanan tarih yorumunun mesnetsiz ve temelsiz olduğunu ima etmekteydi. Ayrıca söz konusu tespit Erdoğan’ın bu meseleye yeniden bakmak istediğinin, bu arzuyu taşıdığının da nişanesiydi.
İşin ilginç yanı şu ki oradaki hazirun bu sıra dışı sözün üzerinde daha sonra durmadı ve hatırlamadı. Benim birkaç yazıda tekrarlamam da herhangi bir çağrışım yapmadı. Erdoğan üzerinden siyaset okuması yapmakla yetinenler, böyle bir cümlenin kurgulanmasına neden olan toplumsal ve zihniyetsel zemini ıskalamış oldular. AKP’nin kendisini neden bir misyon partisi olarak gördüğünü bile anlamayanların, bu misyonun içeriğini kavramakta zorlanmaları şaşırtıcı değil. AKP bir yeniden inşa hedefiyle siyaset yapıyor ve arkasında her an niceliksel olarak genişleyen bir potansiyel yeni toplum bulunuyor. Cumhuriyet, bütün kurumları ile birlikte geleceğe taşınırken içerİden dönüşüme uğratılmak ve nihayette daha meşru bir zemin üzerinde yeniden kurulmak isteniyor. Bunun gerçekleşmesi ancak küresel dünyaya entegre olabilen, onun norm ve standartlarını paylaşan bir devlet ve toplum yapısıyla mümkün. Bu nedenle çatışma döneminde demokratik usullerin dışına çıkma istidadı gösteren bu parti, halen Türkiye’nin tek demokratikleştirici aktörü olabiliyor.
Erdoğan’ın otoriterleştiği ve bir tek adam rejimi hayal ettiğini öne sürenler, bunun en basmakalıp yollarından birinin dış tehdit yaratmak olduğunun altını çizmekteler. Gerçekten de Gezi’den bu yana Başbakan’ın diline yerleşen komplo söylemi bu kuşkuya hak veriyor. Ancak gerçekliği doğru algılamak, çok daha geniş bakmayı gerektiriyor. Geçen haftaki taziye mesajı herhalde bu konuya yeniden ve ‘berrak’ gözle eğilmek için bir fırsat… Cevap bekleyen soru şu: Eğer Başbakan bir tür diktatör olmak isteseydi, bu taziye mesajını iletir miydi? Hiçbir şey yapmayıp beklese diasporanın ve diğer ülke parlamentolarının baskısı altında kalacak ve ‘milli’ duruşa sahip çıkma şansını yakalayacaktı. Diğer ülkeleri düşmanlaştırmak ve buradan kendisine halk desteği kotarmak herhalde Erdoğan için çocuk oyuncağıydı. Ama öyle yapmadı… Tersini yaptı. Acaba neden? Çünkü Erdoğan’ın hayalini kurduğu ve muhafazakâr tabanla paylaştığı ‘millilik’ böyle bir şey değil. AKP’nin tasavvurundaki millilik, çok kültürlü ve çok kimlikli bir sosyal yapının toplum olabilmesi ve kendisini millet görebilmesi ile ilgili. O nedenle taziye gerçekte bir AKP adımı. Türkiye’nin adımı olmanın ötesinde, geleceğin Türkiye’sinin adımı...
Böyle bir inşa tasavvurunun kültürel referansı ise işin kritik noktası ve Ermeni meselesinin niçin önemli olduğunu bizlere söylüyor. Çünkü bu referansın kendi geçmişimizde mevcut olduğu, Osmanlı toplumsal yapısında yüzyıllarca yaşandığı ve o hafızanın bugün su yüzüne çıkma olgunluğuna sahip olduğu düşünülüyor. Suyu bulandıran en önemli gücün bizzat Türkiye devleti olduğu malum… Suyu berraklaştıracak olan ise devleti dönüştüren ve yeniden inşa eden gücün toplumsal zemini olacak.
Devletin ideolojik tasallutundan kurtulan yeni muhafazakârların zihinleri ve bakışı ihtiyaç duyulan berraklığı getirecek. Taziye metninde yer alan tehcirin gayri insanî olduğu vurgusu, bu geçişi önceleyen bir tespit. Hak kavramı insandan bağımsız olarak düşünülemediği oranda, gayri insanî olanın da bir hak gasbı, yani bir suç olduğu açıktır. Bugün Türkiye o suçla yüzleşmeye hazırlanıyor ve aynı anda da kendisini o suçlulardan kopartıyor.
Beğensek de beğenmesek de bunu yapan AKP. Arkasında da zamana yayılmış devrimsel bir dönüşüm yatıyor. ‘Halk ihtilali’ AKP’nin seçim sonucuna verilen bir ad değil. Tersine, seçim sonucu halk ihtilalinin uzantısı. Ve bu ihtilal silahla, sokakla değil, seçimlerle ve yeni zihniyet bileşimleriyle yürüyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.