Memleket tam bir çıkmaz içinde; ortalık toz duman. Ana muhalefetin, eğer varsa, “Ortadoğu ve genelde uluslararası siyaset, Kürt meselesi, yeni anayasa ve başkanlık sistemi konularında tavrı nedir?”, hâlâ anlatabiliyor, gür bir ses çıkarabiliyor değil. Muhalif çevreler, hâlâ Rıza Sarraf davası, Obama-Erdoğan görüşmesi, muhtemel ekonomik kriz etrafında fal tutuyor. Diğer taraftan, Kürt siyaseti, gerçek dünyadan bağını tümüyle koparmış gibi üst perdeden atıp tutmayı siyaset sanıyor, bazısı hâlâ iktidarın olumlu bir adım atacağı ümidi peşinde. Hepsi, ülkede yaşanan kaos durumunun iktidarı zayıflatmasının çare olduğunu sanıyor.
Daha baskıcı olacak
Kürtler sanıyor ki, iktidar daha fazla zaafa düşerse, süngüsü düşüp masaya oturacak, pazarlık yeniden başlayacak, olmazsa “halkların devrimi” devreye girecek. Diğerleri sanıyor ki, iktidar içerde ve uluslararası düzlemde daha fazla sorunla karşılaşınca, aklı başına gelecek veya gücünü yitirip oyundan düşecek. Hepsi sanıyor ki, iktidar zayıflayınca kaybedecek, kaybedince karşısındakiler kazanacak. Oysa Türkiye çoktan herkesin daha fazla kaybedeceği bir yola girmiş vaziyette, ciddi bir çıkış siyaseti kurgulanamadığı sürece bu böyle olacak.
Hiç kuşkunuz olmasın, zayıflayan iktidar daha baskıcı, daha acımasız, daha hak hukuk tanımaz olacak, olmazsa kendi hukukunu yazacak, uygulayacak. Kürt siyaseti darboğaza girdiği ölçüde uzlaşma yerine, çatışma siyasetlerini kamçılayacak, dahası milliyetçi tepkileri muhalefete yönlendirecek. Zaten halihazırda yaptıkları bu değil mi? Çoğunluk, Kürt siyasetinin geldiği noktada, hükümetin siyasetlerini sorgulamak yerine, muhalefet eden herkesi “terörü desteklemekle” suçlayıp, hıncını bu çevrelerden çıkarmak üzere bilenmiyor mu? Bu öyle bir iktidar zihniyeti ki, ülkenin bu noktaya gelmesinden, rahatsız değil, tam tersine bunu çare olarak görüyor, badireyi böyle atlatmayı planlıyor. Şehitlik, “bayrağın kırmızısı kan rengi”, “vatan, uğruna ölen varsa vatan” edebiyatı bunun en güzel işaretleri değil mi? “Kan”ın, “ölüm”ün kutsandığı bir ülkede, gidiş nereye belli değil mi?
Bir yandan, “Hayır efendim, şehit olmak yerine kardeş olalım”, “vatan uğruna ölmek yerine, yaşamaktan mutlu olunan yer olmalı”, “bayrağın rengi gelincik kırmızısı olsun” cesareti göstereceklerin sayısı az. Ama mesele sadece cesaret meselesi değil, tam “artık kimse ölmesin” diyecekken, bırakın “bombalı eylemler”i, sayısı her gün artan şehit haberlerinin sesimizi kısmaması mümkün mü? Bu koşullar altında, iktidarın “bizden bir’e karşı onlardan sekiz” mantığına, “hayır bir’e sekiz dokuz can eder” sesini nasıl toplumsallaştıracağız?
Son olarak, Türkiye’nin uluslararası planda daha fazla dışlanmasının çıkış yolu olmak bir yana, mevcut iktidarı daha uç noktalara iteceğini kavramak gerek. Bugüne kadar liderleri, başkanları “diktatör” ilan edilen hangi ülke selamete çıktı? Bu ülkelerin sonlarının ne olduğunu görüyoruz. Doğru, böylesi bir gidişten en çok iktidarda olanların kaygılanması gerekiyor, ama iş onunla kalmıyor, böyle durumlarda iktidar ile birlikte tüm ülke çöküyor; “anahtar teslim demokrasi” diye bir şey yok.
Tehlikeli bir gidiş
Hal böyle diye, “İyi kötü bu iktidara ses etmeyelim, beterin beteri var” demiyorum. Tam tersine, ciddi bir demokrasi mücadelesi vermeden, sadece iktidarın zayıflamasına bel bağlayarak gidilecek yol, tehlikeli bir gidiş diyorum. O gidişten kimse kazançlı çıkmayacak, diyorum. Berbat bir iktidar siyasetine karşı durmanın yolu berbat muhalefet siyasetleri ile olmaz diyorum. Ne MHP’nin katı milliyetçi- Kürt düşmanı yedekçi muhalefeti, ne CHP’nin etkisiz-kararsız muhalefeti, ne Kürt siyasetinin demokratik mücadeleden kopan, iktidarın baskıcı ve Türk milliyetçiliği siyasetini meşrulaştırmaktan başka sonuç vermeyen çabaları, ne demokratlar, liberaller ve her tür muhalifin çareyi iktidarı zayıflatan her şeye bel bağlama tavrı, çıkış yolu göstermiyor diyorum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.