Şu sıralarda çıkan savaştan dolayı en çok eleştirilenlerden biri de BDP.
Özellikle onun tehditkâr üslubu, hiçbir talebi tehditsiz dile getirememesi, aralarında çok kabalaşan, kibirli bir kışkırtıcılığa teslim olan üyelerinin bulunması, sürekli meydan okumayı bir siyaset haline getirmesi eleştirilmesinin temel nedenlerinden biri.
Bu tehditkârlığın, kötü niyetten ziyade siyasi bir yetersizlikten ve beceriksizlikten kaynaklandığını sanıyorum.
BDP, bir siyaset üretemiyor.
Dile getirmek zorunda kaldığı birçok talebin içini dolduramıyor.
Ne “statü” sözcüğünü tarif edebiliyor, ne de “demokratik özerklik” sözcüğünü.
Çok haklı ve çok somut “anadilde eğitim”, “iki dillilik”, “eşit vatandaşlık”, “yerel özerklik” gibi taleplerin yerine tarif edemedikleri, bu yüzden de “soyut” kalan taleplerin peşinde koşmaları, onların “ağırlıklı” bir siyasi örgüt olmasını önlüyor.
Kimse “BDP ne diyor” diye merak etmiyor, herkes “İmralı ya da Kandil ne diyor” diye merak ediyor.
Onlar da bu eksikliklerini tehditle, kibirle, meydan okumayla doldurmaya çalışıyorlar.
Çok ciddi siyasi bir konumları ama o ciddiyete uymayan “çocuksu” bir üslupları var.
Başbakan da kalkıp onları tehdit ediyor.
BDP’yi suçlamanın, tehdit etmenin, hedef göstermenin bir anlamı yok.
Hiçbir işe yaramaz bunlar.
Tam aksine, gerçekten barış isteyenlerin şu sırada BDP’ye yardım etmesi gerekiyor.
PKK bence son saldırılarıyla savaşı başlatarak büyük bir hata yaptı.
PKK, silahla alınabilecek her şeyi aldı, önderinin “müzakere masasına” oturmasını sağladı, bundan öteye silahla alabileceği bir şey yok.
Göreceksiniz, silahla bugüne kadar kazandıklarını, bugünden sonra aynı silahla kaybedecek.
Stratejisini tümüyle yanlış bir hesaba dayandırıyor.
O kadar büyük bir hata yapıyorlar ki otuz yıldır bu işlerle uğraşanların böylesine büyük bir hata yapabileceklerine insan inanamıyor.
Hatta, epeyce fantastik kuşkular dolaşıyor aklımda, acaba PKK tuzağa mı düşürüldü diye.
Birileri bile bile mi PKK’yı “savaşı kazanabileceğine” inandırarak onu savaşı kışkırtamaya çekti acaba diye düşünüyorum.
PKK, bunca yazıya, çiziye, anlatıma, Balyozcuların, Ergenekoncuların yargılanmasına rağmen karşısındaki gücün yapısal bir değişiklikten geçtiğini nasıl kavrayamadı?
Dağlıca’da karakolunu bastırtan komutana “madalya” veren bir anlayıştan, Silvan’daki baskında askerlerini kaybeden komutanı hemen geri çeken anlayışa geçildiğini nasıl görmedi?
Apo’nun devre dışı bırakıldığı, “bir yerlerde enterne edildiği” sürekli söylenen Karayılan’ın ortalarda görülmediği bir dönemde PKK’nın uluslararası dalgalanmalarda yolunu kaybettiğini söyleyenler de var.
Bunların gerçek cevaplarını bilmiyoruz.
Ama yavaş yavaş ortaya çıkan bazı başka gerçekler duruyor karşımızda.
PKK, büyük askerî başarılarla “bir halk isyanı” oluşturmayı planlıyordu ama bu beklenti en azından şimdilik bir yankı bulmadı.
Tam tersine gelişmeler oluyor, dün Diyarbakır’da yüzlerce Sivil Toplum Kuruluşu “PKK’nın saldırıları durdurmasını, askerî operasyonlara son verilmesini, BDP’nin de Meclis’e dönmesini” istediler, bizim Ömer Oğuz’un Hakkâri’de “sokaktaki insanlarla” yaptığı konuşmalar da hemen hemen aynı taleplerin onlar tarafından da dile getirildiğini ortaya koydu.
Apo devrede değil, PKK beladan başka hiçbir sonuç vermeyecek bir çıkmaz sokağa girdi, ortada “siyasetin ve barışın” yolunu açabilecek tek bir örgüt kaldı.
BDP, bu siyasi ağırlığı taşıyabilir mi bilmiyorum ama eğer yardım edilirse Kürt ve Türk bütün toplumun içine girdiği bu çıkmazdan kurtulunmasında önemli bir rol oynayabilir.
Başbakan’ın, böyle bir dönemde onları davet edecek cesareti gösterebileceğinden çok kuşkuluyum ama Başbakan Yardımcısı Arınç ya da Meclis Başkanı Çiçek onları davet ederse, böyle bir jest bir anda bütün ülkeyi rahatlatır.
BDP’yi davet edin, konuşun, mümkünse “barışı destekleyen” ortak bir bildiri yayınlayın.
Emin olun bu jest Kandil’i bombalamaktan daha çok işe yarar.
Kürtlerin de desteklediği böyle bir girişim sayesinde belki elbirliğiyle barışa bir yol açılır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.