DÜN Sedat Ergin, Hürriyet'teki köşesinde Çukurca katliamını bir kırılma noktası olarak tarif etti. Toplumda tetiklediği infial açısından 24 askerin can verdiği Çukurca saldırısı gerçekten Kürt sorununun seyrinde bir kilometre taşı sayılabilir. Tıpkı 1993 yılında Bingöl'de 33 erin katledilişi gibi. Öfke dorukta.
Böyle bir ortamda Kürt meselesine eğilen bir yazar olarak bundan böyle düşüncelerimi dürüstçe nasıl dile getiririm? "Kürt sorunu diyalog yoluyla çözülmeli" demek ya da "askeri çözümün tek başına çözüm olmayacağını" dillendirmek ne gibi tepkilere yol açabilir. Yazarken bunları da tartmak mecburiyetindeyim.
Aynı kaygıları şiddetin ve hak ihlallerinin dorukta olduğu 90'11 yıllarda da taşımıştım hep. Sadece yabancı basına çalışmama rağmen. Çünkü yabancı gazeteciler de baskı altında tutuluyor, tehdit edilip hedef gösteriliyor, hatta yargılanıyordu. Artık Türk basınında da yer alıyorum. Durumum daha da zorlaştı.
Okur kitlem Türk. Kaç gündür "Şehitleri ne zaman yazacaksın?" diyen mesajlar yağıyor mail kutuma. Daha ağır sözler içerenler çoğunlukta. Benzer mesajların Kürt sorunuyla uğraşan diğer meslektaşlarıma da geldiğinin farkındayım. Kürt meselesinde bir süre kalem oynatmamalı mıyım? Zira gerçek fikirlerinizi yazamamaktansa hiç yazmamak daha iyi. Ama hayır. Ben bildiğim yoldan devam edeceğim. Ve ortaya şu soruyu atacağım: BDP milletvekillerinin PKK'ya "terörist" deyip örgütle aralarına "mesafe" koyduklarını farz edelim. Kan durur mu? Sorun çözülür mü?
Birincisi böyle bir şey yapmaları mümkün değil; çünkü onları hem aday yapan hem de seçenler tam bunu yapmadıkları için onları Meclis'e taşıyorlar. BDP'liler, PKK'ya "terörist" dediği anda Diyarbakırlı bir arkadaşımın ifade ettiği gibi neredeyse hiç oy alamayan diğer Kürt partisi HAKPAR konumuna düşerler. Marjinalleşirler. Ve böylece Meclis'teki köprü görevlerini de yitirirler. Çünkü PKK her ne kadar terör eylemleri gerçekleştirse ve masum sivilleri hunharca öldürse de aynı zamanda ilk çıkışında Kürt ağalarını, feodal düzeni hedef alan bir halk hareketi.
Seçim öncesi BDP mitinglerinde toplanan kitleler ve kitlelerin coşkusu her şeyi anlatıyordu zaten. Kimse onların kafalarına silah dayamıyordu. PKK cenazelerine on bin kişi katılabiliyorsa bu olguyu iyi tahlil etmek lazım.
Kısacası, BDP'nin PKK'yla arasında mesafe koyması nakaratını bir köşeye bırakıp esas meseleye odaklanmak gerekir. PKK'yı destekleyen ve besleyen kitleler nasıl geri kazanılır? Dağdakiler onların içinden çıkıyor, farklı bir gezegenden ışınlanmıyor.
Başbakan, Kürt analarına şiddete karşı seslerini yükseltmelerini talep ederken doğru adresi gösteriyor. Evlat acısı hiçbir şeye benzemez. Hem dağda hem askerde oğullarını yitiren Kürt anaları bir yerde dur diyeceklerdir mutlaka. Ama o kıvama gelmeleri için o anaların güvenini de kazanmak gerekir.
"Oğlum dağdan inince direkt hapsi mi boylar" sorusuna Habur'da silahsız teslim olan ve herhangi bir eyleme karışmamış PKK'lı militanlara verilen 15'er yıl cezadan sonra nasıl bir cevap buluyorlardır? Türk anaları da aynı şekilde akan kana "dur" demeli. Türk ve Kürt analar birleştiği gün silahların temelli susmasına en yakınlaştığımız gün olacaktır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.