• BIST 9549.89
  • Altın 3005.805
  • Dolar 34.5348
  • Euro 36.0249
  • İstanbul 8 °C
  • Diyarbakır 17 °C
  • Ankara 15 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 3 °C

BDP’nin dönüşü fark yaratmalı (2)

Nabi Yağcı

Yarattığı görülüyor da!..

BDP Meclis’e döner dönmez Türkiye çapında KCK operasyonları hız kazandı, 150’yi aşkın kişi gözaltına alındı, gözaltına alınanların çoğu BDP üyesi veya yöneticisi. Öyle anlaşılıyor ki birileri Kürt hareketinin siyaset sahnesinde rol almasından son derece rahatsızlar.

Kürt sorununun eşit haklılık temelinde çözümünü istemeyenler, çözümü Türk milliyetçiliğinin bayrağı altında görenler Kürt siyasi hareketinin bölgeye hapsolmasını, dışarıya taşmamasını çok isterler. Bölgeye hapsolan bir hareketin kamuoyu desteği azalır, zira farklı kamuoylarına seslenme zorunluluğunu duymaz, farklı görüş ve yaklaşımlarla yakın temas içinde olmayınca da siyasetin nabzını tutamaz, katılaşır, sertleşir.

Adı siyasi parti bile olsa siyaset yaptığını sanarak gerçekte siyaset dışı kalır. Bu dediğimi mantıksal bir çıkarsama olarak soğukkanlı düşünen herkes görebilir ve dile getirebilir ama bunları ben, mantıksal bir çıkarsama olarak değil, geçmişte içinde olduğum sol hareketin deneyinden çıkarak söylüyorum. Merkezden uzakta olduğunuzda yalnızca kendi sesinizin yankısını duyuyorsunuz ve yankılanan sesinizi herkesin sesi sanıyorsunuz. Kendi sesinizi dinlediğinizin farkında olmaksızın herkesin ya da çoklarının sizin gibi düşündüğünü zannediyorsunuz. Maalesef sizin etrafınızdakiler de yalnızca “eko” yaparak sizi yanıltıyorlar.

Oysa bu ses tecrit olmanın sesidir.

Tecrit olma esas tehlikedir

Radikal demokratik talepleri dile getiren her siyasi hareketi bekleyen esas tehlike kamuoyundan tecrit edilme tehlikesidir. Tasfiye, tehcir, tenkil, asimilasyon kısaca her tür yok etme operasyonları ancak o hareket tecrit edildikten sonra ya da tecritle eş zamanlı olarak gerçekleşebilir.

Yine kendi deneyimimden aktaracağım. 1987’de Türkiye’ye döndüğümüzde kamuoyunu kazanmak için sırat köprüsünden geçmemiz gerekmişti. Yasal bir komünist partisi kurmak isteğimizi, artık illegal çalışmaya son verdiğimizi söylüyorduk ama 12 Eylül rejimi arkadaşlarımızı “yasa dışı partiye üye olma” gerekçesiyle tutuklamayı sürdürüyor, hatta işkenceler yapıyordu. Ama rejim açmaza düşmüştü, kamuoyu önünde bizi suçlu gösterecek hiçbir argümana sahip değillerdi. Bize “bunlar terörist” demekten başka seçenekleri kalmamıştı. Bunu der demez hem Türkiye hem Batı kamuoyunu yitirdiler. Hakkımızda açılan davada ağır cezalara çarptırılmamızı isteyen zamanın astığı astık, kestiği kestik savcısı bile iddianamesinde terör değil fikir suçu işlediğimizi söylemek zorunda kalmıştı.

Böylece daha hakkımızda açılan davanın ilk celsesinde kamuoyunu önemli ölçüde kazanmıştık.

Madalyonun bir de öte yüzü var. Türkiye’ye dönüşümüze, yasallığa soldan da karşı çıkılıyor, dönüş teslimiyet olarak niteleniyordu, çift taraflı saldırı altındaydık. Rejimin yoğun tutuklama operasyonları bu çevreleri haklı kılıyordu. Ya yasallık hedefimizde direnecek, kamuoyunu kazanacak ya da giriştiğimiz mücadeleyi kaybedecektik. Biz kazandık. Tutuklamalar, işkenceler sürerken bile hükümet çevreleriyle temaslar kurmaktan geri durmadık, bize en uzak bakanları dahi kazanmaya gayret ettik.

Yeni bir dil ve sabır kazanmamızı sağlamıştı.

BDP’nin Meclis’e döndüğü günlerde karşılama töreni yapılıyormuşçasına Diyarbakır, Adıyaman, Mardin, Siirt, Urfa, Ankara ve İstanbul’da sabahın erken saatlerinde eş zamanlı başlatılan operasyonlar bana bu geçmişi hatırlattı. Bu tutuklamalar BDP’nin Meclis’e dönmesini isteyen bizleri yanlışlamak, dönmemesini isteyenleri doğrulamak için yapılıyor sanki...

Nitekim PKK çevrelerinde, ANF’de “Kürtler sistemden çekilmeli mi” sorusu ortaya atıldı. Bu sorunun gerekçesi olarak son tutuklamalar, hazırlanmakta olan kara harekâtı ve gelecek yeni tutuklama ve operasyonlar sayılıyor. Devletin giriştiği bu operasyonların amacının PKK’yi, Kürt hareketini izole etmek olduğu söyleniyor ve Öcalan’ın İmralı’daki tecridi bu amacın açık bir göstergesidir deniyor.

Tecridin çaresi kendini tecrit mi?

ANF
’deki yazı çare olarak neyi önermekte? Parlamentodan, belediyelerden çekilmeyi, BDP’yi kapatmayı, bütün dernek, kurum ve kuruluşların kapısına kilit vurmayı, pasif direniş eylemlerinden vazgeçmeyi, bütün tv ve gazeteleri boykot etmeyi çare görüyor.

“Yasal olanı değil meşru olanı, legal olanı değil illegal olanı, ovayı değil dağı, barışçı yöntemleri değil meşru savunmayı gündeme almalıdır” denmekte.

Böyle bir yolunu seçilmesi tam da Kürt siyasi hareketini “izole” etmek isteyenlerin beklentisi değil midir?

Fakat öte yandan görülmeli ki, kamuoyunu kazanmak için BDP Meclis’e dönerek şimdi çok önemli bir avantaj yakalamıştır. Bu operasyonlar ters tepebilir. Böylece bu dönüş daha ilk adımda fark yaratmış ve adım atma sorumluluğu hükümete geçmiştir.

Hükümet Abdullah Öcalan üstündeki tecridi kaldırarak işe başlayabilir.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89