İşler çok kötüye gidiyor, herkes bu kötü gidiş karşısında fırtına öncesi son sözlerini, son uyarılarını yapmaya çalışıyor. İki tarafı da soğukkanlı olmaya çağırıyor. Başbakan’ın “Bıçak kemiğe dayandı” sözü Ramazan sonrası patlayacak bombanın işareti olarak algılanıyor. Kürt sorununu dikkatle izleyenler, Öcalan’ın bizzat kendisinin “Tarihî bir anlaşma yapıyoruz” demesinin ardından gelen Silvan olayı üstüne, bu olayın öncekilerine hiç benzemediğini yazdılar. Hiçbir şey eskisi gibi olamaz, kalamaz dedik.
Artık ya barış için küçük bir adım ya da savaş için büyük bir adım atılacak.
Silvan olayı ardından yazdığımı tekrar etmek zorundayım maalesef; barış çağrıları artık bu kör gidişi durduramaz. Suçlu aramayı da bırakıp bu çılgınlık nasıl frenlenebiliri düşünmemiz gerek. Şimdi o noktadayız. “Ölen ölür kalanlarla yola devam ederiz” düşüncesinde olanlar yanılıyorlar. Bu çılgınlık önlenemezse tekrar da olsa söylemeliyim ki, “herkes kaybedecek”, en başta Kürtler. Siyaset bir sanatsa eğer duracağın noktayı bilmektedir o sanat. Yoksa kazanım gibi görünenler birdenbire yok da olabilir.
Silâh namlularının ucundan görünen siyasetler her zaman dar siyasetlerdir. Güç kullanmak veya güç tehdidinde bulunmak aslında siyaset bile sayılamaz artık. “Savaş siyasetin devamıdır” sözü eski dünyaya aittir ve onunla birlikte göçüp gitmeye mahkûmdur. Şimdi yeni şeyler söyleminin tam zamanı.
BDP Meclis’e dönmelidir
Yeni bir söylemle birlikte... Savaş çılgınlığı önleyecek en etkili adım kanımca budur. Bu yol en azından denenmelidir. Hiçbir koşul ileri sürmeksizin dönmek gerek. İnsan hayatından daha değerli ve onu korumaktan daha onurlu ne var? Ölümü değil hayatı savunmak için, içine girdiğimiz savaş sarmalını durdurabilmek, tehlikeli gidişi önleyebilmek için, barış ve demokrasi için dönmek...
Meclis’e dönmek son derece sağlam yeni bir siyasi zemin de yaratır.
Böyle bir dönüş onlar için küçük bir adım olacak ama barış için atılmış bu küçük adım insan hayatı için büyük anlam ifade edecek ve belki de savaş yönünde bozulan dengeyi barış yönüne çevirebilecektir.
Ayrıca sürekli sıkıştırıldıkları, silahla aralarına mesafe koymanın imkânı hiç bu kadar güçlü olmamıştı. Çünkü hem silahlı mücadele hem de Meclis’te bulunmak birlikte sürdürülebilir bir şey olamaz. Silahların yeniden azgınca konuşacağı bir ortamda Meclis’e dönmekle dar alana sıkışmış, yalnızca demeç vermelere hapsolmuş Kürt siyasetinin önü de açılabilecektir.
Meclis kürsüsünü halkın kürsüsü yapabilirler.
BDP’li dostlarım duruma restleşme psikolojisi dışında bakabilirlerse böyle bir kararın tarihî bir karar olacağını görebilirler. Çok eminim ki, tek bir gerekçeye dayalı böyle bir karar ve adım demokratik kamuoyunda çok büyük destek görecektir. Hatta çevreme ve sezgilerime bakarak söyleyebilirim ki “dönün” çağrısı hepimizin, demokratik kamuoyunun BDP’ye çağrısı olarak bile kabul edilebilir.
Müzakere süreci başlamalı
Dönüşle birlikte, Kürt meselemizin barışçı çözümü için müzakere süreci kesildiği noktadan itibaren yeniden ve BDP’de katılarak, Meclis zemini de kullanılarak başlamalıdır, başlayabilir. Meclis’e dönmüş, silahla mesafesini böylece kuvvetli bir vurguyla göstermiş BDP’nin müzakere talebi çok güçlü bir siyasi talep olacaktır. Bu talebin karşısında durmak hiç de kolay olmaz.
Başbakan’ın “Demokratik özgürlüklerden ödün vermeden çözeceğiz” yaklaşımı gönüllere su serpici değil. Demokratik basına sansür bile gelebileceği kaygısını taşıyorum. Silâhların konuştuğu yerde demokratik siyasetin sesi kısılır. Üstelik de zaten önümüzde Terörle Mücadele Yasası gibi güçlü bir ses kısıcısı varken.
Barış için yeni bir mola alıp, zaman kazanıp müzakere süreci yeniden başladığında şu anda tartışılması bizim için lüks gibi duran konular üstüne kafa yormamız o zaman anlamlı bir karşılık bulabilir.
Birlik konseptine dayalı eski demokrasi anlayışı yerine farklılık konseptine dayalı yeni bir demokrasi anlayışı üstünde durmaya başlamıştım. Durumun aciliyeti araya bu yazımın girmesini zorunlu kıldı. Başka yeni durumlar olmaz ise gelecek yazımda konuya devam edeceğim.
Esasen üstünde durduğum konu bana göre Kürt meselemizin çözümünün de can damarı. Kürtlerin ayrı varoluşlarından doğan farklılıkları içselleştirilmedikçe sorunun köklerine inen çözümler üretmek olanaksız. Zira Kürtlerin taleplerine bir “hak” olarak değil, devletin onlara sunacağı bir lütuf olarak bakmak çözümsüzlüğün kaynağınıdır.
Farklılık içinde birlik nasıl olacak? Meselemizin çözümü bu soruda yatıyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.