Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'ın 'Kandil ile de görüşülmeli' sözleri üzerine Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır'a konuşan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık'tan 'Kapımız her zaman açık' cevabı geldi.
PKK hakkında Şahinler-Güvercinler ayrımının doğru olmadığını çeşitli vesilelerle yazmıştım. Böyle bir dualizme gitmenin olasılıkla iki nedeni vardı. İlki muhatabı kategorize etmenin dayanılmaz rahatlığı, diğeri ise PKK'da muhatap alınabilecek konuşmaya açık bir kesime duyulan ihtiyaçtı. Doğrusu Kandil de bu ikili değerlendirmeye yol açacak savruk açıklamalar ve eylemler ortaya koyuyordu. Bu durum post-PKK dönemine yönelik korku ve hazırlıksızlık kadar, devlete güvenme konusundaki şüphelerden kaynaklandı.
Türkiye eski devletinin pratikleri ona güvenmemeyi haklı çıkaran olaylarla doluydu. Üstelik bu devlet sadece 1999 geri çekilmesinde örgüt üyelerini arkadan vurmak gibi kötücüllükler nedeniyle değil, istikrarlı ve tek bir muhatap olmamasından ötürü de güvenilmezdi. Özal ve Erbakan sorunu müzakere ile çözmeye çalışırken, devletin derin bir bölümü de aynı anda Öcalan'a giderek silahlı güçlerini geri çektiği için onu tehdit edebiliyordu. Öcalan'a 'Eğer silahı bırakırsanız devlet sizi ciddiye almaz' diyen rütbelilerin var olduğu, müzakereci Eşref Bitlis ve Bahtiyar Aydın'ın öldürüldüğü parçalı bir devlete güvenmek için fazlaca bir neden yoktu. Üstelik mücadeleyi o güne kadar hep devletin sivil değil, derin yüzü kazanmıştı.
PKK için en önemli mesele karşısında tek, güçlü ve istikrarlı bir muhatap bulamamış olmaktı. 3 Ocak 2013 tarihinde ilk BDP heyetinin İmralı'ya gitmesi ile başlayan Çözüm Süreci, Erdoğan'a karşı son darbenin de fitilini ateşledi. Bu çok doğaldı çünkü Kürt sorununu çözmek, PKK'nın silah bırakmasını sağlamayı, Türkiye'deki vesayeti bitirecek zihniyet devrimini gerçekleştirmeyi ima ediyordu. Ruşen Çakır'ın Hasan Cemal esinli 'Özerklikten vazgeçmediniz dimi, lütfen bir daha söyle' sorusuna Bayık'ın verdiği cevapta olduğu gibi asıl mesele 'Ne aldın ne verdin' değil, bu sorunun çözümünün ülkeyi bir bütün olarak demokratikleştireceği gerçeğiydi.
Bu nedenle Gezi krizinde Erdoğan görülmemiş bir saldırı alınca KCK çekilmeyi durdurdu. Öcalan ise farklı bir şey yaptı; hem Gezi, hem de 17-25 Aralık'ı bir darbe olarak yorumladı ve Paris suikastları ile bir tuttu. Aslında Bayık'ın dediği gibi Öcalan ve KCK üzerlerine düşeni ayrı ayrı yapıyorlardı. Öcalan barış sürecine sahip çıkarken, KCK da hareketi derin devletin olası başarısına karşı korumaya alıyordu. Erdoğan'ın ayakta kalıp kalmayacağını gözlemlemek gerekiyordu. Ama şu bir gerçek ki, Öcalan fırsatçı davranmamış, barışın gerektirdiği sorumluluğu muhatabı gibi almıştı. Kürtler sokağa çıkmadı, beyaz Türkler çıldırdı.
Çözüm Süreci başlar başlamaz beyaz Türklerin kendisini Diyarbakır ve Kandil'e atmalarına, Kürtlere 'Erdoğan'la neden barış olmayacağını anlattıklarına' tanık olduk. Bir diğer kanal da İmralı üzerinde çalışıyor, hem köşelerden, hem de BDP heyeti üzerinden Öcalan'a örtülü tehditler gidiyordu. Tehditlerin içeriği özetle şuydu: 'Beyaz Türkleri devreden çıkararak Erdoğan'la el sıkışamazsın. Bu ülkenin gerçek hakimleri hala bizleriz. Erdoğan gidici...'
Bu noktada Kürt siyasi hareketi ve İmralı üzerinde 'AKP'li olmak ve Erdoğan'a sahip çıkmak' söylemi üzerinden baskı kurulmaya çalışıldı. Diyarbakır'da bile Öcalan'a 'Devletin barış elçisi' denebiliyordu. Bu baskı, PKK ve BDP'de totaliter laik ve sosyalist eski kodların hala geçerli olması nedeniyle etkisini arttırıyordu. Öcalan'ın bir Türkiyelileşme projesi olan HDP ise sol zihinsel darlıktan mustarip popülist isimler üzerinden boşa çıkıyordu.
Cemaatten ve beyaz Türklerden devraldığı kötü bir propaganda diline rağmen Selahattin Demirtaş'ın adaylığının kendisi bile değerliydi ve Kürt kalarak da anamuhalefet partisi olunabileceğini gösterdi. Bayık bu tesbiti şöyle yapmıştı:
'Beklentimiz yüzde 10-13 arasıydı. Aldığı sonuç olumludur. HDP bunu örgütlenmeye dönüştürebilirse buradan güçlü bir muhalefet ortaya çıkar. HDP'nin aldığı oy oranı üzerinde oturmaması, bunu örgüt gücüne dönüştürmesi gerekiyor. Eğer bunu yaparsa burada diyelim Kürtleri, Alevileri, demokrat Müslüman kesimleri, sol ve liberalleri kucaklarsa Türkiye'nin en büyük muhalefet gücü haline gelebilir. HDP bazı marjinal yaklaşımlardan kendisini kurtarmalı. (...) Mesela Beyoğlu'ndan bir grup var...'
Bu marjinal yaklaşımların barışa ve HDP'nin siyaseten güçlenmesine zarar vereceğine dair sıkça yazdım ki Bayık da bu riskin altını çiziyor. Zaten Demirtaş oyları bu semtlerden değil, Bayık'ın işaret ettiği dindar Kürtlerden (şimdilik bir seferliğine) aldı. Ertuğrul Kürkçü, Bayık'ın sözlerini üzerine almakla doğru yapmış ama bu mesele Kürkçü'nün eforik ve tarih dışı kalmış boşluğundan daha derin bir konu. En nihayetinde onlar da daha geniş bir mahallenin baskısı altındalar.
Hasılı, Erdoğan darbeleri bastırdı ve devlete hakim olmaya devam ettiğini gösterdi. Toplumsal meşruiyet tepe noktada ve HDP'ye oyları Demirtaş'ın eklektik, yalınkat propaganda cümleleri değil, Çözüm Süreci'nin kendisi getirdi.
Ancak Kandil ve HDP'nin 'AKP yandaşı görünme' endişesini tamamen aşması da şart gözüküyor. Bu da her panik anında elini ateşe sokmuş muhataba saygısızlık etmek, sokakları karıştırmaktan değil, toplumu ikna edecek düşünce derinliğini üretmekten geçiyor.
Bakalım HDP bu tarihi fırsatı değerlendirebilecek mi?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.