Terörle mücadele etmek başkadır, terör yaratanların çekilmesini sağlayacak yönetim kurmak başka!
Nevruz olayları sırasında Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in, tespiti ilgimi çekti. Üç yıldan beri ileri sürülen bir durumdu Sayın Baydemir’in söylediği: “Tüm dünya ve Ankara bilsin ki artık Kürt halkı ve Kürdistan statüsüzlüğü kabul etmeyecek.”
Kürtlerin statüsü
2009 Şubat ayından beri “statü” deyimi Kürt siyaset adamlarının dilindedir. Sanıyorum Sayın Baydemir’in aynı yılın kasım ayında dile getirdiği sorularından biri de şuydu: “Kürt halkının kimlik olarak statüsü ne olmalıdır?”, ”Nihai bir çözüm için idari yönetim şekli ne olmalıdır? Demokratik özerklik, eyalet sistemi, üniter yapıyı zedeler mi?”
O zamanki İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın “Kürt Açılımı” politikasını açıkladığı günlerde, bu sözler üzerine inatla, tanımlanmamış kavramlarla konuşmanın faydasızlığına işaret ettiğimi hatırlıyorum.
“Statü” kelimesi, son seçimler sırasında çokça kullanıldı. Kürtlerin düzenlediği bir iki toplantıda, bu kavramın tanımlanmasını istedim ama kendimi ifade edemediğimden midir nedir, açık cevap alamadım.
Bu durum oy verme gününe kadar sürdü. Seçim sonrasında, Kürtlerin davranışlarına bakanlar, siyasetin nerede oluşturulduğunu, kimin, nerede, ne kadar yetkili olduğunu anlamakta güçlük çektiler!
Bu ‘statü’ nün ne olduğu, kimin niçin istediği açıklanmamıştır; anlamaya çalışalım:
PKK ve DTP ilişkisi
PKK, Kürt siyasetinin silahlı kanadıdır. 30 yıldır oturup konuşmadığı veya konuşulmadığı için, savaşı sürdürmüş, dünyada Kürt siyasetinin sözcüsü olmuş, başlangıçta birbirinden bağımsız gruplar halinde yürütülen Türkiye Kürtleri siyasetini kendi etrafında birleştirebilmiştir.
Bugün dünyada ve Türkiye’deki Kürt siyasetini yürüten insanların önemli bir bölümüne PKK hâkimdir. Siyasetinin karşısında olanları PKK politika, ikna ve ifnaya kadar değişik yollarla etkisiz kılmıştır.
PKK’nın yönettiği bir organizasyon olan KCK ise, bildirileri ve gazetelerde yazılan programına göre; yerinden yönetimin kurallarının uygulandığı, eşitlikçi, özgürlükçü, katılımcı demokratik bir yönetim istemekte değildir. Açıkçası Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerlerde, tek adamın hâkim olduğu bir yönetim kurulmasına çalışmaktadır.
Ülkemizde birçok parti, darbe veya yargı kararıyla kapanan bir partinin tabanının oyunu almak için kurulmuştur. Milli Selamet Partisi’nin oylarını almak için kurulan MNP, onun kapatılmasından sonraki RP ve FP; ya da Demokrat Parti’nin devamı Adalet Partisi bunlardan birkaçıdır. DTP de, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)’nin kapatılmasını izleyen günlerde kurulmuş ve onun tabanına, oyuna ve örgütüne dayanmıştır.
Bu tabanda, silah kullanılması ve diğer politikalarını irdeleyenler bulunsa da, PKK’ya karşı çıkanlar azınlıktadır.
Siyaseti kim yapıyor?
Başbakan’ın dün bir kez daha söylediği gibi, DTP’nin, PKK ile arasına “mesafe” koyması beklenemez. Çünkü, Güneydoğu bölgesindeki seçmenlerin yüzde 40’ının bağımsız adaylara oy vermesini sağlayan DTP değil PKK’dır. PKK’ya açıktan karşı çıkanlar bu oyları isteyemezler.
PKK ile bu seçmenler arasında mesafe, başkaları istediği için oluşmaz; eğer yönetim ve yargı evrensel insan hakları kurallarına göre oluşmuş ise, Kürt seçmeni silahlı örgütten uzaklaşır, gerçekte silahlı örgüt de değişir; o zaman PKK’nın şimdiki yöneticileri demokratik siyasal bir partinin yöneticisi seçilirler veya siyasetten çekilirler.
Terörle mücadele etmek başkadır, terör yaratanların çekilmesini sağlayacak yönetim kurmak başka!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.