Bazen çok küçük bir zaman dilimi sandığınızdan çok daha fazlasını öğrenmenize vesile olabiliyor. Diğer çalışmalarımdan ötürü masa başından yazmaya alışmışım. Sanırım bu yüzden Batman'da geçirdiğim küçük zaman dilimin hemen her ânını paylaşma ihtiyacı duyuyorum. Yılmaz Erdoğan'ın bir şiirinde dediği gibi İstanbul'dan bölgeye gitmek, "bir ülkeden bir iç ülkeye" gitmek gibi çünkü...
Batman'da bulunduğum süre boyunca, birisiyle tanıştıktan sonra, tanıştığım kişi başını başka yana çevirir çevirmez, "Onun ağbisi işkencede öldü" ya da "Onun babası faili meçhule kurban gitti" gibi, o kişiyle tanışma merasimini âdeta devam ettiren cümleler kulağıma fısıldandı. Yas, bölge insanının adının yanına adını çoktan yazdırmış. Her yere, herkese sinmiş... Son yılları eskiyle kıyaslamak mümkün olmasa da, eski olanın matemi hâlen çok canlı bir biçimde devam ediyor, başınızı çevirdiğiniz her yerde karşınıza çıkıyor.
Böyle bir haleti ruhiye ile, küçük Millet Meclisi (kMM) toplantısının ardından Batman Belediyesi'nin yolunu tuttuk. Batman Belediye Başkan vekili Serhat Temel, 2009'daki yerel seçimlerde seçilmiş olan belediye başkanı Necdet Atalay KCK davasından dolayı tutuklu yargılandığından, 1,5 yıldır bu görevi üstlenmiş. Kendisi daha 32 yaşında; meslektaşlarına göre oldukça genç bir belediye başkanı. Günlerden cumartesi olduğundan bizi 'sivil' kıyafetlerle; kot pantolon ve tişörtüyle ağırlıyor. İlkin Molotoflu saldırılar hakkındaki düşüncesini soruyorum. Tereddütsüz "Kınıyorum. Tasvip edilecek, hoş görülecek bir yanı yok" diyor.
Bu arada görüşmeyi başkanın odasında yapmıyoruz çünkü Serhat Bey, orada oturmanın hem edeb hem de duygusal açıdan kendisine ağır geldiğini söylüyor. "Eline bir taş bile almamış birisi neden hapiste?" diye soruyor. Suçlamaların ne olduğunu sorduğumdaysa bazı PKK'lıların cenazesine ve birkaç basın açıklamasına katılması sebebiyle olduğunu öğreniyorum.
Şiddet eylemlerine karıştığı veya bunları teşvik ettiği belirlenen kişiler hariç KCK davası, özellikle seçilmişlerin de hapse atılmasıyla beraber, aslında BDP'nin "mağdur siyaseti" yapmasını da kolaylaştıran bir faktör haline geliyor. Zira bir partiden 2.000'i aşkın kişinin hapiste olduğu düşünülürse, Kürtlerin devlet eliyle yeniden mağdur edildiği izlenimini yaygınlaştırmış oluyor.
Şimdilerde sivil toplum içerisinde yer alan, 2007 seçimleri ertesinde Ak Parti'de bir yıl aktif olarak çalışmış, fakat bu seçimlerde BDP'ye oy vermeyi düşündüğünü söyleyen bir kadın şöyle diyor: "Devlet bize KCK davası üzerinden BDP'lilere "vatan haini" dememizi; BDP de Ak Parti ve ona oy verenlere "vatan haini" dememizi istiyor. Ben iki dışlayıcı ve baskıcı görüşü de reddediyorum".
Herkes, devletin "eski devlet" olmadığının gayet farkında aslında. Ancak devletin, faili meçhuller ve köy yakmalar gibi meşru şiddet tekelinin dışında yer alan illegal işlere bulaşmasa bile, meşru şiddet tekelini son sınırına kadar kullandığı izlenimi paylaşılıyor. Mevcut kanunlarda bu sınırın oldukça ileriye çizildiği de göz önünde bulundurulursa, bunun neden bir rahatsızlık vesilesi olduğunu anlamak mümkün. Kolaylaştırıcısı olduğum kMM toplantısı sırasında bile, konuşmaları dinleyip not alan sivil polisleri (toplam dört kişilerdi) salondan çıkmaları için üç kez arka arkaya uyarmam gerekmesi mezkûr rahatsızlık hissinin sebeplerini anlamama yardımcı oluyor.
Mustazaf-Der ziyareti
Belediye Başkanlığının ardından Batman Mustazaf-Der'i ziyaret etme fırsatı buldum. Malumunuz, geçen ay, Yüksekova'da çıkan olaylar sırasında öldürülen Mustazaf-Der üyesi Ubeydullah Durna'nın ardından tekrar bir Hizbullah-PKK çatışması çıkması korkusu yaşanmıştı. Çatışma olmadıkça medyanın gündemine girmeyen bu derneği ziyaret etmeyi hem bu yüzden uygun gördüm hem de kardeşlerini kaybettikten sonra aklı selîmi muhafaza etmelerinden ötürü teşekkür etmek istedim.
Ancak şunu not etmekte fayda var: Bölgede Hizbullah'ın açtığı yaralar hiç de azımsanacak gibi değil. Mezar evler, oralarda yapılan işkenceler, sokak ortasında öldürülen öğretmenler ve daha pek çok şey... Ancak o karanlık günlerin geride kaldığı umuduyla, Mustazaf-Der üyelerinin gidişatla alakalı görüşlerini de öğrenmek istedim.
Dernek Başkanı Abdurrahman Cens, yeni ameliyat olmasına rağmen bizi makamında ağırladı. Tane tane, sükûnet içerisinde duruşlarını izah etti. 1990'lı yılları, PKK şiddetine karşı "kendilerini savunma refleksi" olarak tarif ettikten sonra yaptıkları faaliyetlerden bahsetti. Yoksul ailelere trilyona yaklaşan para yardımları yaptıklarından ve bu yardımı yaparken kimseyi siyasî görüşünden ötürü dışlamadıklarından, dernek çatısı altında verilen dil (Arapça) eğitimlerinden, toplumsal sorunlarla alakalı kendilerine başvuru yapıldığı takdirde İslâmî düsturlar doğrultusunda hâkemlik hizmeti sunan "sulh komisyonu"ndan, düzenledikleri sempozyumlardan bahsederken gözleri ışıldıyordu. "Kavmimizle ilgili sorunlarımız var ama birinci derdimiz İslâmî inançların yaşanabilir olmasıdır" diyerek tavırlarını özetledi. Ardından "Fitneyi ne biz ne onlar uyandırsın. Sabrımız zorlanmasın. İsteriz ki geçmişten ders alınmış olsun" diyerek PKK'ya da bir nevî gözdağı vermeyi ihmal etmedi.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.