Hollanda’yla yaşanan krizin çekip çevrilme biçiminin referandum siyasetiyle, “nasıl olur da Ak Partili ve MHP’li kararsızları teyakkuza geçirip, evet oylarını yükseltiriz” hesaplarıyla ilgisi var elbette. Ak Parti ve MHP tabanını ‘canlandıracak’ malzeme ne sindirilen HDP’den ne de tezgaha gelmemeye kararlı görünen CHP’den geldiğinden, daha doğrusu buradaki malzeme geride kalan birkaç sene boyunca tepe tepe kullanıldığından, yeni malzemeye, yeni malzeme kaynağına ihtiyaç var belli ki. Batı, Batı’yla ilişkiler de bu malzemeyi bulup çıkartmak için halen verimli bir kaynak. ‘Haçlı ordusu’, ‘küffar’, ‘yedi düvel’ olarak Batı’yla kavgaya tutuşmak ‘başkanlığa evet’ seçeneğine ısınamamış muhafazakar ve milliyetçi vatandaşları silkelemekte işe yarayabilir gerçekten. Tabii ki ahali bu olan bitenin biraz bilerek köpürtüldüğü duygusuna kapılmazsa.
Batı’yla, Avrupa’yla yaşanan bütün bu itişmenin referandum siyasetiyle ilgili bir tarafı olduğu kati olmakla beraber, referandum sonrasında izi kalmayacak türden bir itişmeye benzemiyor bu. Aksine, Batı’yla itişme epey bir zamandır var ve işaretler itişmenin giderek ivme kazanacağını gösteriyor. Önce Suriye krizinin seyri, ardından da 15 Temmuz işleriyle beraber Ak Parti (devlet) aklı ve eliti Batı’yla münasebetin akıbetine dair bir karar vermişe benziyor. Karar kabaca şu olsa gerek: NATO ve AB artık Türkiye için esas referanslar olmayacak. Türkiye, hukukunu, siyasetini ve diplomasisini düzenlerken NATO ve AB’nin ölçüleri referans alınmayacak.
Ak Parti aklını ve elitini bu esaslı kararı almaya sevk eden “AB zaten eski AB değil, belli ki NATO da bildik NATO olmayacak, o halde Türkiye AB-NATO ilişkilerini yeniden düşünmek gerekir” türünden anlaşılır, serinkanlı bir tespit olsaydı sorun olmazdı, ama durum pek öyle değil. Ak Partili siyaset ve fikir erbabının söyledikleri, yazdıkları Batı’yla yeni dönem fikrinin ardındaki esas güdüleyenin üzerine az düşünülmüş, bin senelik bildik hamasetten beslenen tespitler olduğunu gösteriyor. Şunlar gibi: “Türkiye’nin Batı’yla bu kadar yakın olması aradaki medeniyet farkından ötürü zaten eşyanın tabiatına aykırıydı, dolayısıyla işleri normal mecrasına koymak zamanıdır”; “Batı, Türkiye’nin hayrına işlerin peşinde değil”; “Batı’yla kopup da kendi medeniyet mecramıza dönersek kimse bizi tutamaz”; vs.
Büyük siyasi kararların illa ki iyi düşünülmüş, makul kararlar olması zorunluluğu elbette yok. Arkasına yeterince güçlü bir iradeyi almış her siyasi karar tabii ki uygulanabilir. Lakin, insan kısmı işte, Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerini yeniden düzenlemek gibi bir büyük kararın biraz daha iyi düşünülmüş, biraz daha az hamasi bir karar olmasını bekliyor. Oysa değil. Şöyle ki...
Şimdi, Türkiye’nin bir ‘aşırı batılılaşma’ meselesi olduğu aşikar lakin memleketin Batı’yla özdeşleştirilen seküler yaşam biçimlerini yaşayanlarının büyük kısmının ‘aşırı batılılaşmayla’ işi gücü olmayan, ‘milli ve yerli’ birileri olduğu da aşikar. Bu da şu demek: Türkiye’nin Batı’yla münasebetini iki ayrı medeniyet üzerinden düşünmek ve “siz size, biz bize” demek pek akıl karı değil, tıpkı aşırı batılılaşmanın akıl karı olmadığı gibi.
“Batı Türkiye’nin hayrına işlerin peşinde değil” önermesi de çok cevval bir önermeye benzemiyor. Şundan: Herkes, her devlet, bütün müttefiklik ilişkilerine rağmen, kendi hayrına işlerin peşinde, bunu bilmeyen yok. Dolayısıyla, Batı Suriye’de, Ortadoğu’da Türkiye’nin sınırsız hayallerine destek olmadı diye Batı’ya yerinmenin, Batı’ya küsmenin manası olmadığını kabul etmek gerekiyor. Türkiye’nin Arap Baharı’ndan beri yaşadığı büyük hayal kırıklarının kaynağı Batı’nın beklenmeyen hasmane tutumundan ziyade, kendi gücüyle uyuşmayan hırslarının peşine düşmesi oldu, bunu görmek lazım.
Batı’yla vedalaşma temrinleri yapmaya zemin oluşturan tespitlerin en yavanı “Batı’dan uzaklaşmış bir Türkiye’nin kanatlanıp uçacağı, bir bölge gücü olacağı” olsa gerek. İkinci Dünya Savaşı sonrası çatılan uluslararası ilişkiler düzeninin sarsıldığı, bu sarsıntıya bağlı olarak uluslararası siyasette yeni imkanlar yaratacak türden boşluklar oluştuğu tespitine kimsenin itiraz edeceğini zannetmem. Ama galiba şunu da kabul etmek gerekir: Oluşacak bu boşluklardan türeyecek imkanları devletler yine güçleri oranında kullanabilecek, güçleri oranında kendi menfaatlerine kullanabilecekler. Lakin, ne oluşacak imkanlar ne de Türkiye’nin mevcut gücü Türkiye’yi kanatlandırıp, bölge gücü yapacağa benziyor. Batı’yla vedalaşma temrinlerine başlamış olmanın yarattığı risklerse ayrı bir bahis elbette.
Hülasa, Hollanda krizi de başka işaretler de şunu gösteriyor: Ak Parti, devlet toplumların, devletlerin tarihlerinde sık alınmayan kararlardan birini almışa benziyor. Belli ki Türkiye Batı’yla vedalaşma temrinleri yapıyor. Üzerine çok düşünmeden, gideceği yeri çok hesaplamadan... (IMPNews)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.