Yaklaşık iki aydır dolaşıyoruz. Marmara Akiller Heyeti olarak dün yaptığımız Tekirdağ ziyaretiyle il temaslarını tamamladık. Yarın İstanbul'da yapacağımız son görüşmelerle 'soyunduğumuz iş'in ilk ayağını bitirmiş olacağız. Sıra duyduklarımız, gördüklerimizi toparlamaya, anlamlandırma, analiz etmeye gelecek…
Küçük bir bilançonun belki zamanı…
Önce şunu belirtmekde fayda var: Heyet olarak tahminen zaman zaman bölünerek yaptığımız çalışmalarda toplam olarak 20.000'e yakın insanla yüz yüze görüştük. Her ilde sivil toplum örgütlerinin çoğunluğuyla karşı karşıya geldik.
Bu rakamlar bile 'deneyim' olarak Akiller heyeti faaliyetlerinin buna katılan tüm kişi ve taraflar için öğretici, değiştirici olan bir etkileşim süreci olduğuna her halde işaret eder. Dinledik. Dinlediler. Hem bizimle hem aralarında konuştular…
Bir fikir ve siyaset çuvalına, hızlandırıcı, temasları arttırıcı, sözü ve dinlemeyi öne alan bir çomak sokuldu…
Peki esas?…
Benim açımdan iki husus özellikle öne çıktı:
1. Kürt sorununun çözülmesine dair genel bir arzu…
2. Mevcut sürece dair, içinde bölünme endişesini barındıran ciddi bir güven sorunu…
Arzu belirleyici ama her şeyi anlatmaya yetmiyor. İkinci husus elbet daha kritik.
Güvensizlik meselesi elbette önemlidir, ancak böyle durumlar için şaşırtıcı değildir…
Savaşları, iç gerginlikleri, düşük yoğunluklu çatışmaları yaşayan tüm toplumlar, tüm uzlaşmaya geçiş aşamaları travmatik özellikler içermiştir.
Kayıp duygusu, kandırılma fikri, eksik adalet hissi, koruma ve korunma içgüdüsü yeni bir dönem olarak algılanan, muhtemelen içten içe arzulanan 'barış', 'barış haline' karşı tutum ve sorular üretir.
Nitekim her barış girişimi bir yönüyle güvensizliği giderme ya da karşılıklı güveni tesis etme sürecidir.
Bugün bizde de, güven meselesi, 'hem güvensizlik hali hem güven arayışı' olmak üzere iki yönlü yaşanıyor.
Sahanın güvensizlik açısında avaz avaz bağırdığı üç önemli unsur var:
İlki çatışmadan barışa doğru hızlı geçiştir. Düne kadar resmi dilde 'bebek katili' olarak anılan Öcalan'ın Nevruz'da yine sistem tarafından siyasi aktör konumuna çıkarılması, bu hızı ve Türk tarafındaki intibak zorluklarını açıklamak için sanırız yeterli bir örnektir…
İkincisi yaşanan bedeli ağır, acı ve öfke barındıran çatışmanın düşünceleri kuşatan, diğergamlığı azaltan militarist dil ve algı üretmiş olmasıdır. Bu durum, siyasi gerginliği, Kürt sorununda biz ve onlar algısını tartışmanın kaçınılmaz ekseni kılıyor.
Üçüncüsü ise Türkiye'de yaşanan barış süreci modelinin anlaşılma zorluklarıdır. 'Bölüşme müzakereleri'nden farklı olarak bu süreç, siyasi ve demokratik alanın açılmasına, Kürt sorununun çözümü için silah ve şiddeti dışlayan siyaset mekanizmasının oluşmasına dayanan bir süreç. İmralı'yla yapılan mutabakat da bu yönde. Bu alan genişlemesinin içinde şüphe yok ki, yeni bir vatandaşlık tanımı, kültürel kimi haklar ve yerel yönetimler meselesi var. Sorunun bir kısımı bu düzenlemelerle çözüme yol alacak. Bir kısmı ise bu düzenlemelerin üreteceği zemin yapılacak siyasetle çözülecek. Ve doğal olarak bu zemin ve gelecek bu açıdan belirsizlikler taşıyor. Bunlar belki iyi tabiatlı ve doğal, ancak algılanması zor belirsizlikler. Ve her belirsiz hal de olduğu gibi sürece ilişkin şeffalık talebini tatmin etmiyor, tersine güvensizliği besliyorlar.
Güvensizlik denilen şey, bu durumda karşımıza bir değer ve yaşam alanı koruma refleksi olarak çıkıyor.
Güvensizlik vurgusu barış sürecine ilişkin, barış sürecinin toplumsal meşruiyetine ilişkin sorular yaratmasın…
Bu yıkıcı ve çatışmacı bir güvensizlik hali değil, tersine güven arayan, güvenmek isteyen bir endişe hali…
Bir bakıma talepleri, soruları, endişeleri içerdiği oranda bir katılım tarzı…
Barış herkesin masasında, ama siyaseten 'ince iş' gerektiyor…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.