Seçim sonuçları toplumun yarısını mutlu etmiş olmalı. Ben, mutlu olmayan yarının içindeyim. 1933’te, 6 Mart sabahı Almanya’da uyanmak gibi bir ruh hali. Bakalım, sonuçları göreceğiz.
Bu sonuçların böyle olmasında payı olduğunu düşündüğüm bir etken üstünde duracağım: PKK.
7 Haziran’ın önemli ve gene toplumun bir kesimini sevindiren olayı HDP’nin barajı aşmayı başarmasıydı. Ama, öyle anlaşılıyor ki bu başarı bütün Kürtler’i aynı şekilde mutlu etmedi. “Kandil”, yüzde 13’ten mutlu oldu herhalde. Ama yüzde 13’ü kazananlardan mutlu olmadı. Zaten hemen iki üç gün içinde, burada “sivil” siyaset yapanların haddini bildiren demeçler vb. başladı: “Emanet oy falan yoktur” türünden “düzeltme”ler.
“Kürt halkının temsilcisi ve sözcüsü kimdir?” Bu sorunun resmî cevabı –yani, Kürtler arasında– “Abdullah Öcalan”dı. Cevap buydu, çünkü Kürt halkı arasında çoğunluk böyle kabul etmişti. Ama, “resmî” cevabın arkasında bir de “gerçek” cevap vardı. Bütün bu olay Kürtler’in seksenli yıllarda başlattığı silâhlı hareket olduğuna göre, “gerçek” cevap, silâhlı hareketin başındakileri gösteriyordu.
Yıllar süren bu silâhlı çatışmadan sonra ve Tayyip Erdoğan’ın “Sevgili Kürt kardeşleri”ne duyduğu “gerçek” sevginin daha anlaşılır hale gelmesi üzerine, HDP o seçim başarısına ulaştı. Böylece, tarihte ilk kez Kürt sivil siyasetinin, Kürt silâhlı hareketine karşı bir üstünlük kazanmasının potansiyel ihtimali belirdi. “Potansiyel ihtimal” gibi aslında saçma bir laf söylüyorum, çünkü sivil siyaseti “Artık yetki bende” gibi bir tavır benimsediği yoktu. Ama, ya benimserse?..
İlginç bir şekilde AKP (yani Tayyip Erdoğan) ve PKK birlikte harekete geçtiler.
7 Haziran’da AKP’ye en büyük darbe HDP’nin barajı geçmesi olmuştu. “Seçim tekrarı”nı dayatmayı başaran Erdoğan’ın baş derdi, HDP’yi geriletmekti. Bunun yolu da durulan çatışmayı yeniden kızıştırmaktan geçiyordu.
HDP’nin güçlenmesi Türkiye açısından önemli bir kazanımdı. Daha da güçlenmesi daha büyük bir kazanım olacaktı. Ama bu olgu, AKP’ye milletvekili kaybettirmişti. Tayyip Erdoğan, tahmin edilebileceği gibi,kendisi için yararlı olacağına inandığı yolu seçti ve olanca gücüyle (yasal ve herhalde yasadışı imkânlarla) HDP’ye yüklendi.
PKK başka türlü davranmayı seçse Tayyip Erdoğan’ın bu girişimimi boşa çıkarılabilirdi. PKK “Başlatılmış, adına ‘Barış’ denmiş bir süreç var; biz buna bağlıyız, onun için sizin saldırılarınıza –şimdilik– karşılık vermiyoruz” diyebilirdi.
Ama PKK bunu yapmadı, çünkü zaten böyle düşünmüyordu. PKK adına karar veren ya da verenler her kimse, hem HDP’nin zaferinden yararlanmak, hem de HDP’ye bu zaferi kazandıranların burunlarını sürtmek derdindeydi. Onun için zaten AKP hükümetinin saldırı başlatmasını bekleyecek hali bile yoktu. PKK, bayağı hazırlıklı bir biçimde saldırıyı kendisi başlattı.
HDP buna yeterince karşı çıktı, itiraz edebildi mi? Hayır, bunları yapamadı. HDP zaten kendini böyle bir konumda bulmaya da yeterince hazırlıklı değildi. Tayyip Erdoğan’ın çabalarıyla ortalıkta kan gövdeyi götürürken PKK eleştirisi yapmayı içine sindiremediği de anlaşılıyor. Öyle ya da böyle, siyasetin çok başka türlü anlaşıldığı Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın taktiği işledi, onun istediği sonuç alındı.
Ama, herhalde resmî konuşmalarının dışında Tayyip Erdoğan’ın kendisi de kabul eder ki, PKK’nın bütün bu süreçte ciddi yardımını gördü.
Tabii bu arada Türkiye’nin “Kürt sorunu” iyice sarpa sardı. “Bağımsız Kürdistan” isteyenlerin ellerini ovuşturacağı bir çatışma ortamı doğdu. Böyle bir çözümden yana olmayanların tavrı da, PKK’nın bu “başarı”sına onların cevabını gösteriyor. “Emanet oy” var mıymış, yok muymuş, herhalde daha net görüldü. İzmir’de, İstanbul’da HDP oyları azaldı ama bu oranlar Kürt illerindeki oranların yanına yaklaşamıyor.
Bütün bunlara rağmen (ve kıl payıyla) HDP’nin baraj üstünde kalması, benim bu son seçimde görebildiğim tek olumlu nokta.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.