Son üç-beş yıldır Kürt sorunu ve asker ağırlıklı meseleleri tartışmak gündemimizin en başına oturdu. Yanı sıra, AB süreci, laiklik, yeni anayasa, ekonomi gibi çok önemli konular gündem oluştursalar da ilk iki sorun baskın durumda oldu hep. Çözüm bekleyen diğer sosyal, siyasal, ekonomik problemler bu iki problemin uyduları gibi bu mihverin etrafında dönüyor. Neden böyle?
Kürt sorunu ve asker meselesi siyasi iktidar mekanizmasıyla doğrudan bağlı. Ülke sorunlarının çözümünde nihai sözü kimlerin söylediğiyle ilgili bir durum bu. Eğer bugüne dek egemen siyaset ve onun destekçilerinin iradeleri geçerli olacaksa tüm sorunlar eski paradigmanın müsaade ettiği sınırlar içinde çözülecek ya da çözülmeyecek.
Sistemin paradoksu
Eğer devletin dayandığı iktidar yapısında bir değişme olmaz ise salt iktidar dışı baskılarla eski devlet politikalarında köklü bir değişim mümkün olamaz. Eski devlet politikaları devam ettiği sürece ise bu politikalar sayesinde hegemonyasını kuran hâkim güçler iktidardaki pozisyonlarını muhafaza ederler.
Türkiye’de 2000’li yıllardan bu yana siyasi iktidarda hegemonik bir değişim adım adım gerçekleşme yolunda ama özellikle Kürt meselesinin barışçı çözüm sürecine girememiş oluşu asker-sivil ilişkilerinin değişimi önünde de bir engel oluşturuyor. Askerî vesayet sisteminin değişmesini istemeyenler çatışma ortamından yararlanıyorlar. Çatışma sürdükçe hangi hükümet olursa olsun güvenlik güçlerine eli mahkûmdur ve bu nedenle asker-sivil ilişkilerinde radikal bir değişimi zor göze alır. Bu değişim yapılamadığı sürece ise Kürt meselesinin barışçı çözümünde hükümetler cesur çözümler yönünde kararlı adımlar atamazlar. Bunun sonucu “güvenlik devleti” yapıları ve zihniyeti devam eder.
Bu kısırlık yalnızca bize özgü bir durum değil, içinde yaşadığımız zaman içinde tüm dünyada hâkim bir kısırlık bu. Bugünlerde ABD’yi ve Avrupa’yı kasıp kavuran krizin nedeni ekonomik olmaktan çok siyasidir. Nedenini, Obama Başkan seçildiğinde de yazmıştım, daha derine inen yorumlar için Cemil Ertem’in bir ekonomist olarak kapitalizmin krizlerini daha etraflı biçimde analiz ettiği yazılarını ve Bitişler Başlangıçlar kitabını salık veririm.
Ulus-devlet demokrasisinin krizi
10 ağustos günkü Star’da Cemil Ertem durumu şöyle özetliyor: “Bugünkü krizin siyasi kaynağı olan toplumsal kargaşa ve savaşlar, doksanlı yıllara kadar sürekli artmış ve sistem kendisini savaşa dayalı olarak üretmiştir. Ancak doksanlı yıllardan itibaren Latin Amerika’dan başlamak üzere savaşların azaldığını görüyoruz. Savaşların azalmasına karşın sistem, düşen kâr oranlarını finansal yapıyı ‘şişirerek’ telafi etmiş ve bizi krize götüren 600 trilyonluk balon yaratılmıştır.
Bugün yaşamakta olduğumuz büyük dönüşüm, aslında geride kalan ve savaşa dayalı sektörlerle bu sektörleri besleyen finansal yapıya kriz olarak yansıyor. Mesela marka ve teknolojiyi öne çıkaran bilişim devleri, ürün üstüne ürün çıkartıyor ve yok satıyor. İletişim teknolojileri, fizik, nükleer fizik, gen teknolojileri, tıp ve ileri bilgi işlem teknolojilerinde, bunların ürüne dönüştürülmesinde niye kriz yok... Kriz, silah sanayilerini oluşturan, sanayi kapitalizminden kalma sektörlerde ve onları besleyen finansal sistemde... Ama bu sorunlu yapıyı, 20. yüzyılın başından beri sürükleyen gelişmiş ulus-devletler de bugün çok ciddi siyasi kriz içindeler. Suriye’yi ve İsrail’i yaratan da onlardır ama şimdi hem Suriye’den hem de İsrail’den kurtulmak o kadar kolay değil. Suriye’deki iç savaşa varan siyasi krizi, siz bugün Yunanistan’ın ve Akdeniz Avrupası’nın ekonomik krizinden ayrı tutamazsınız.”
Bu saptamalardan çıkan sonuç, bugün henüz yeterince açık görülüyor olmasa da dünyanın radikal demokratik değişim zorlamasıyla karşı karşıya olduğu gerçeğidir. “Ulus-devlet demokrasilerinin” dayandığı eskimiş temel yapılar değişmedikçe eski tür ekonomik/mali krizler sürecek. Krizler yapı değişikliğine zorlayacak ama bu değişim kendiliğinden olmayacak. Ulusötesi-demokrasi talebi yükselmek zorunda. Aksi halde dünyamız yeni savaşlar ve faşizan felaketler de görebilir. Libya ve Suriye’de görüldüğü gibi.
Yazımın başına dönersem, evet, Kürt sorunu ve asker meselesi siyasi gündemimizin merkezindedir ama başka sorunlarımız da var. Yalnız bu iki soruna dikkatlerimizi teksif etmek yetmez. Daha önemlisi her iki sorunu da “kendisi için” ve kendi içine kapalı bir sorun olarak görmeyip, çözümlerini ulusötesi-demokrasi bağlamında ele almamız gerekiyor. Böyle bir bağlam içinde ele alınmadıkça hiçbir sorun tek başına çözülemez.
O halde yeni bir demokrasi fikrini yükseltecek demokratik güçlere olan ihtiyaç kendini acilen dayatıyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.