Hamza Aktan'ın Taraf Gazetesi'nde çıkan yazısından bir alıntıyla başlayalım: "Bir süre önce BBC muhabiri Lyse Doucet Afganistan'ın kötü şana sahip hapishanesi Pul -e Charkhi'yi gezerek izlenimlerini aktardı.
Taliban üyesi tutuklularla röportajları içeren haberde Doucet, görüştüğü Talibanların Batı'ya yönelik 'düşmanca' sözlerini, kendi örgütlerine ve amaçlarına yönelik propagandif tüm ifadelerini herhangi bir sansüre tâbi tutmaksızın aynen verdi.
Benzer bir başka önemli habere The Independent'ın ünlü yazarı Robert Fisk de geçen mart ayında imza atmıştı.
Fisk, şu anda dünyada en çok aranan isimlerden biri olan, 2008'de Hindistan'da 166 insanın ölümüyle sonuçlanan Mumbai katliamının bir numaralı zanlısı kabul edilen Hafız Muhammed Said ile Batılı bir gazeteci olarak ilk kez söyleşi gerçekleştiren isim oldu.
Bu söyleşide de Fisk, ABD başta olmak üzere, Avrupa ve Hindistan tarafından 'terörist' olarak kabul edilen Said'in, Batı'ya, Hindistan'a, Papa'ya dair sözlerini herhangi bir sansür uygulamadan aynen aktardı..."
Gazetecilik ve basın özgürlüğü böyle bir şeydir.
Habercilik, anlama, gözleme, anlatma, aktarma, bilgilendirme ve bunların siyasi, sosyal işlevlere katkı verme üzerine kurulu bir faaliyettir.
Bu faaliyet engellendiği, sınırlandığı anda ve yerde "basın özgürlüğü sorunu" baş gösterir.
Açık ve demokratik toplumların ön koşulu, evrensel ilkelerle gelen kimi sınırlamalar dışında (şiddete tahrik, kutsala hakaret, kişilik haklarına tecavüz, vb), basın özgürlüğünün tam olmasıdır...
Ön koşuldur zira aksi halde, sınırlanan sadece gazetecinin özgürlüğü değildir, aynı zamanda okurun, kamuoyunun özgürlüğüdür.
Türkiye sarf ettiği onca çabaya rağmen bu konuda henüz uzun boylu yol almış değil.
Gazeteci İrfan Aktan da, Robert Fisk, Lyse Doucet ve başka yüzlerce gazeteci gibi yaptı. Expres Dergisi'nde 2009 tarihinde yayınlanan röportaj haberinde iki PKK'lıyla konuştu. Onların nereden, nasıl geldiklerini, duruma nasıl baktıkları, demokratik açılım paketine bakışlarını usta bir röportajcı diliyle aktardı.
Peki sonra?
Sonra hakkında Terörle Mücadele Yasası'ndan dava açıldı.
Ve 4 Haziran günü karar celsesinde İrfan Aktan, "silahlı terör örgütünün propagandasını yaptığı" gerekçesiyle 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Yargıtay onayladığı takdirde gazeteci hapse girecek...
İrfan yalnız değil...
Birgün gazetesinden Hakan Tahmaz, Milliyet gazetesinden Namık Durukan, Gündem gazetesinden Filiz Koçali, Radikal gazetesinden Rıfat Başaran da benzer durumlarla karşı karşıya kaldılar...
Yargılanıyorlar...
Hakan Tahmaz ve Filiz Koçali, Murat Karayılan'la röportaj yaptığı için, Durukan Fırat Haber Ajansı'ndan bir alıntı yaptığı için, Rıfat Başaran da BDP milletvekili Emine Ayna'yla yaptığı söyleşiden dolayı Terörle Mücadele Yasası'nın pençesine düşmüş durumdalar...
Başka örnekler bu tabloyu temize çıkarmıyor...
Başka gazetecilerin, örneğin Hasan Cemal'in, Ahmet Altan'ın, Yasemin Çongar'ın Kandil'e gidip röportaj yapması ve haklarında takibat açılmamış olması, durumu kurtarmıyor.
Demokrasiye, demokratik açılıma, ülkenin sıradan vatandaşlara ve dışarıya verdiği imaja tümüyle zıt bir gerçek var karşımızda...
Özgürlük meselesi bir yana... Haklarında takibat açılsın açılmasın tüm bu gazetecilerin yaptığı gazetecilik, Kürt sorununun tabu olmaktan çıkmasında önemli bir rol oynuyor. Toplumda şiddet yerine siyaset fikrinin yerleşmesinde belirleyici oluyor.
Böyle olunca yasaklar, toplumun bir sorunla ilgili bilgilenerek, bir sorunla ilgili farklı eğilimleri doğal görerek çözüme katkıda bulunabilmesinin, toplumsal meşru zemin oluşturabilmesinin önü tıkanıyor...
Yasak fikri siyaset fikrinin önüne geçiyor...
Karşımızda bir bela var:
Terörle Mücadele Yasası'dır bu...
Hükümetin hiç zaman kaybetmeden, kimi siyasi gruplarla, partilerle pazarlık konusu yapmadan bu yasaya el atması gerekiyor...
Taş atan çocuklardan gazetecilere uzanan bir hatta Türkiye'yi otoriter bir yapı olarak telakki eden bu yasanın hızla değişmesi gerekiyor...
Aksi halde demokratik açılım toplantılarının ne anlamı kalır?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.