Başbakan’ın “sürpriz çıkışları”na alıştık artık. Bu tür açıklamaların hepsinde derin bir mana ya da plan arayanlar da var; bunları, gündem değiştirmeye yönelik basit bir siyaset oyunu olarak görenler de.
Her iki tutum da bana abartılı geliyor. Fakat bu abartının, masum bir yanılsamadan kaynaklandığını düşünmüyorum.
Başbakan’ın “sürpriz çıkışları”, genellikle “demokrat çevreler”in hassas olduğu konulara ilişkin. Kürtaj, idam ve en son Muhteşem Yüzyıl dizisi ilk akla gelen tipik örnekler.
Bu açıklamalara tepki gösterenlerin hepsinin, demokratik değerleri dert ettiklerini söylemek mümkün değil. Bu değerleri umursamadıklarını bildiklerimiz için, esas mesele, nasıl olursa olsun hükümete vurmak. Burada, demokrasiyi korumaya ve geliştirmeye yönelik bir eleştiri niyeti aramak boşuna.
Başbakan’ı kayıtsız şartsız destekleyenlerin de esas meselesinin demokrasi, özgürlük, çoğulculuk gibi değerler olmadığını söyleyebiliriz.
Bir de, “demokrat çevrelerde”, Başbakan’ın demokrat bir zihniyet dünyasıyla hiç bağdaşmadığı aşikâr olan söz ve tavırlarını siyasetin meşru cilvesi gibi kabul etmeye ve geçiştirmeye meyyal olanlar var.
Bana göre, bu tutumun köklerinde, amaçlarla araçların ve reel siyasetle değerlerin her zaman örtüşmesi gerekmediği şeklindeki anlayış yatıyor. Siyaseti mutlak ilkelerin her şart altında birebir uygulaması olarak görmek ne kadar sorunlu ise, sözünü ettiğim anlayış da o kadar tehlikelidir. Amaç daha çok demokrasi olarak açıklansa bile, o amaca demokratik değerleri çiğneyen araçlarla ulaşılamayacağını, tam tersine bu tür araçların o amaca giden yolu sürekli tahrip ettiğini hatırlatmak yeter, insanlık tarihinden örnekler veremeye gerek yok sanırım.
Başbakan’ın her söz ve eylemini, müthiş incelikle hazırlanmış bir planın yansıması olarak algılamak gerekli olmasa da, onun gibi bir “siyaset ustası”nın kafasına estiği gibi konuştuğunu ve davrandığını iddia etmek de inandırıcı olmaz.
Esasen, siyasal tavırları değerlendirmede, o tavrın nesnel etkisi, en az onun arkasındaki niyet ve plan kadar, hatta ondan çok daha fazla önemlidir.
Öyle anlaşılıyor ki, Başbakan bu “sürpriz çıkışları”nı, kamuoyu yoklamalarına ve anketlere göre ayarlıyor. Mesela tesbitlerine kulak vermemiz için epeyce sebep bulunan Akif Beki de, Muhteşem Yüzyıl dizisiyle ilgili sözlerinin hikmetini “izleyici çoğunluğu”nun hassasiyetlerini dikkate almak olarak açıklıyor (Radikal, 27.11.2012).
Meselenin özü tam da burada yatıyor zaten. Başbakan, “çoğunluğa” endeksli bir siyaset ve yönetim zihniyetini temsil ediyor.
Anketlere göre hareket etmek, kelimenin gerçek anlamıyla popülizme teslim olmak demektir. Popülizm, hâkim yönetme tarzı hâline geldiğinde, çoğunluk fetişizmine dönüşebilir. Çoğunluğu her şeyin önüne çıkarmak ise, demokrasinin en yoz biçimi olan “plebisiter yönetim”e götürür. Bunun diğer adı, çoğunlukçu otoritarizmidir.
İdam, BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırma ve en son Muhteşem Yüzyıl için yargıyı göreve çağırma meselelerinde gördüğümüz üzere, hukuku dahi bu hassasiyetler için harcamaya hazır bir tavır, bir başka tehlikeli zihniyeti de devreye sokabilir.
En yetkin teorisini Nazi ideologların yaptığı bu zihniyet, “hukukun kaynağı halkın ruhudur” şeklindeki eski bir önermeyi, “halkın ruhu, her türlü hukuk normunun üstündedir” hâline getirir.
Nazi dönemiyle karşılaştırma yapmanın risklerini ve sıkıntılarını gayet iyi bildiğimi sanıyorum, ama daha açıklayıcı bir örnek de bulamadım. Niyetim abartılı tehlike çığırtkanlığı yapmak değil, gidişatın mantığına dikkat çekmek...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.