Kirlilik her yana sıçramış durumda.
'Siyasi sorun', yani ses kasetleri, içerikleri bir yanda, 'etik ve yasal sorun', yani bu kasetlerin nasıl kim tarafından, hangi amaçla ele geçirilip yayınlandıkları öte yanda.
Yargı ve emniyet üzerinden ortaya çıkan cemaat resmi bir tarafta, buna yönelik tedbir olarak ortaya çıkan, Anayasa'yı altüst eden, yargıyı yürütmeye tabi kılan kanun diğer tarafta.
Hangisini seçerseniz onun kiri elinize bulaşır...
Her kalemin meşrebine göre yorum yaptığı, her kesimin konumuna göre tavır aldığı 'gerisi tufan' mantığının hükümranlığına Türkiye ilk kez esir olmuyor.
Bir kez daha bakın...
Cemaat yüzünden yargı yargı olmaktan çıktı, o zaman böyle bir HSYK Kanunu kaçınılmazdır, gerisi teferruattır dediğinizde, hukuku, demokrasiyi koyacak yer bulamazsınız.
Anayasa ve yasalar dışında bir aidiyetle yargı gücünü demokratik sorun olarak görmez, bu paradokstan çıkış yolunu dert etmezseniz o zaman da demokrasi ve hukuk defterinde siyasi aklınıza yer bulamazsınız.
Evet, HYSK'nin yeni yapısı demokrasiyi, bunu savunmak demokratik ahlakı bozar.
Ancak HSYK Kanunu'nu Tayyip Erdoğan'ın bir otoriterlik arayışına bağlamak da bu ahlakı zorlar.
Ülkedeki tek sorun, elbet, hükümet-cemaat kavgası değil...
Ve elbet, AK Parti'nin siyaset tarzı, toplumsalı siyasetin içine hapseden son rotası, siyasetin toplumun her alanı üzerine kurduğu soluk alacak özerk alan bırakmayan tahakkümü, bu ataerkil tarzın ürettiği sadakatçı ve merkezi sistem, bu merkezileşmenin siyasi karar süreçlerinde ve yapılarında artan oranda şahsileşmeye, otoriterleşmeye yol açması, ülkenin diğer siyasal meseleleri...
Ancak ne bu meseleleri cemaat-hükümet kavgası içinde eritebilir, eriterek anlayabilirsiniz...
Ne de bu kavgayı siyasetin geldiği tahakkümcü nokta içinde bir yere ilişti- rerek işin içinden çıkabilir ve kavganın ürettiği büyük demokrasi tıkanıklığına çözüm bulabilirsiniz...
Bu iki sorun öbeği arasında hiç mi ilişki yok?
Elbette var...
(Siyasi iktidar, entelektüeler, basın) sorumluluk açısından var, zihhiyet açısından var, ihlal haritası açısından var.
Ancak bugün her bir sorun öbeği ayrı bir demokrasi sorunu ve tartışması olarak karşımızda, birine yaslanıp diğerine vurmak ancak sorunları arttırıyor.
Nitekim bunu yapan her kişi, çatışmanın içinden, onunla aynılaşarak konuşuyor.
Ayrıştırmazsanız şaşırırsınız. Yanılır ve yanıltırsınız.
Siyaseti anlamamak mazeret değildir...
Dışarı çekip kendinizi seyirci kılmak da öyle...
Tekrar tekrar söylemekte yarar var.
Ülkenin üzerinde iki türlü, iki yönlü otoriterleşme baskası var.
Cemaatin devlet içindeki yeri, konumu, eylemleri kendi başına ciddi bir otoriterleşme halidir, sürdüğü oranda daha ağır bir otoriterleşme baskısına dönüşecektir.
Buna karşı alınan Anayasa'yı ihlal sınırlarına gelen tedbirler kendi başına bir otoriterleşme halidir, bu hal bir diğerini kişiselleşmeden beslenen otoriterleşmeyi azdırmaktadır.
Bu çift yönlü otoriterleşme baskısı nereye varır, bilinmez?
Ufku karanlık kılan, sadece kirlilik, hukuksuzluk, siyasi üslup değildir.
Aynı zamanda 'darbe', 'Yüce Divan' gibi vurgu-tehditlerle dışarı akan bildik bir 'zihniyet'in 'cerahat'dir...
Bu cerahat da başka bir otoriterleşme baskısıdır.
Başbakan'a hitaben şunları yazmış, Ertuğrul Özkök:
'Tıpkı 20'nci yüzyılın en büyük trajedilerini başlatan o malum sivil darbe gibi...? Adınız aynı hizaya yazılacak...' T24 açıklık getirmiş: 'Başbakanın adı 20. yüzyılın en büyük trajedilerini başlatan darbeciyle aynı hizada yazılacak...'
Başbakan'ı Hitler'e benzetebilecek kadar şuurunu kaybedenler, sadece kendilerini alaşağı eden siyasetçiye değil, her anlamda çöplüğe gönderen 10 yılın devasa sosyolojik öyküsüne de öfke kusuyorlar aslında ve muhalefeti akılsızlıkla silahlandırıyorlar.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.