Dün Kürt siyasetinin hemen hemen bütün renkleri ve temsilcileri biraraya gelerek, “silahın susmasını” istediler, PKK’ya ve orduya operasyonların durması için çağrıda bulundular.
Aslında bu, çok sık tekrarlanan “standart” bir çağrı. Ama bugünkü anlamı çok büyük... Çünkü PKK, halk kitlelerini ayaklandıracak bir savaş başlatabilme hayaliyle saldırıları şiddetlendirip yoğunlaştırmıştı.
Bu çağrı, PKK’nın beklentisinin gerçekleşmeyeceğini çok kesin bir şekilde ortaya koyuyor.
Silvan saldırısıyla Apo’yu kenara itmeye çabalayan PKK yönetiminin, “benim siyasete, demokrasiye falan ihtiyacım yok, ben istediğim iktidarı silahla alırım” anlayışı yürümedi.
Çocuklar boş yere öldürüldüler.
Savaş yükseldi.
Ordu operasyonları arttı, yıllardan sonra Kandil bombalandı, her yerde çatışmalar çoğaldı.
Kürt halkı ise büyük çoğunluğuyla savaşı değil barışı seçti.
BDP’nin, DTK’nın, KADEP’in, Hakpar’ın da katılımıyla düzenlenen toplantı sonrasında Şerafettin Elçi’nin yaptığı açıklama için Türk, Kürt hepimiz minnettar olmalıyız.
Toplumu, bir çıldırma noktasından tutup geri çektiler.
Eğer Öcalan’dan da Kürt halkının beklediği olumlu çağrı gelirse işleri rayına oturtmak çok daha kolaylaşır.
Kürt siyaseti üzerine düşeni yaptı bence.
Şimdi sıra Türk siyasetçilerinde, özellikle de Başbakan’da.
Başbakan Erdoğan babalanmayı çok seviyor, son zamanlarda neredeyse her konuşması birisine posta koyarak bitiyor.
Yiğitlik, cesaret iyidir de siyasi esnekliğinizi kaybettiğinizde cesaret katılaşıp anlamsızlaşır.
Siyasi esneklik de genellikle “ben herkesten güçlüyüm” inancıyla katılaşır.
Erdoğan, yakın çevresinin ve “Başbakan asla hata yapmaz” anlayışındaki medyasının etkisine korkarım fazla giriyor.
Her şeyi kırıp dökmek değil siyaset.
Başbakan, ülkesini huzur içinde yönetmekle yükümlü, Somali’deki insani tavrımızı anlatırken bizim “Osmanlı mirası” üzerinde durduğumuzu hatırlatmaktan büyük bir zevk aldığı görülüyordu, doğru biz Osmanlı mirası üzerinde duruyoruz ama Başbakan “padişah mirası” üzerinde durmuyor.
Osmanlı hayranlığı “padişah hayranlığına” dönüşürse, sonu pek hayırlı olmaz.
Sanırım Başbakan’ın ve çevresinin anlayamadığı bir gerçek var Kürtlerle ilgili.
Kürtler “hangi hakları alacaklarıyla” olduğundan daha fazla “o hakları nasıl alacaklarıyla” ilgililer.
Başbakan Erdoğan’ın “ben size haklarınızı veriyorum” yaklaşımı bütün Kürtleri öfkelendiriyor.
Kürtler birisinin kendilerine bir şey vermesini istemiyorlar.
Verecek kadar güçlü olanın, verdiğini geri alacak kadar da güçlü olduğunu bütün tarihleri boyunca gördüler zaten.
“Ben senden güçlüyüm” vurgusuyla Kürt meselesini çözmek mümkün değil.
“Biz kardeşiz” lafını “ben senin ağabeyinim” havasında söylersen kimse seninle kardeş olmak istemez.
Sen niye abi oluyorsun?
Kürt meselesini samimiyetle çözmek isteyen bir yöneticinin ilk yapacağı iş, Kürtlere dostça “bu işi nasıl çözelim” diye sormaktır.
Çözüm, ancak birlikte bulunursa çözüm olur.
Kimse kimsenin “abisi, büyüğü, efendisi” değil, birlikte yaşayacaksak, nasıl yaşayacağımıza birlikte karar vereceğiz.
PKK stratejik bir hata yaptı ve amacına ulaşamadı, onun hatasını tekrarlayarak büyütmenin, savaşı şiddetlendirmenin bir anlamı yok.
Kürt siyaseti açıkça “barış” diyerek büyük bir adım attı.
Sıra Başbakan’da, barışa doğru bir adım atması, Kürt siyasetçilerle görüşmesi, meselenin nasıl çözümlenebileceğini onlara da danışması, Kürt halkına “ben size parlak bir gelecek veriyorum” değil, “birlikte parlak bir gelecek yapacağız” demesi topluma rahat bir nefes aldırır, birlikte bir gelecek inşasını kolaylaştırır, hepimizin özlediği huzuru yeniden yaratmakta büyük faydalar sağlar.
Türkiye, savaşla değil barışla güçlenir.
Türkiye’nin önünde barış için, Erdoğan’ın önünde “büyük lider” olmak için çok ciddi bir imkân var.
Bu imkânı kullansın Başbakan.
“Abilikten” vazgeçip artık gerçekten “kardeş” olsun.
O bunu becerebilirse, kardeşlik yolu hepimize açılır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.