DHA’nın geçtiği bir habere göre Başbakan Erdoğan önceki gün Kayseri’de katıldığı bir toplantıda, yeni İmralı süreci üzerine sorulan sorulara şöyle cevap vermiş: “Terörü bitirmek için ne gerekiyorsa yaparım. Terörün bitmesi için zehir içeceksin deseler içerim. Siyasi hayatımın biteceğini de bilsem, öleceğimi de bilsem bu zehri içerim. Yeter ki terör bitsin. Yıllardan beri terör devam ediyor. Terörün bitmesi için ne gerekiyorsa onu yapacağız. Gittiğim her ilde de ‘terörü bitirirsen sen bitirsin’ diyorlar. Bu benim asli görevim.”
Erdoğan’ın “terörü bitirmek”ten PKK’nın silahsızlandırılmasını kastettiğini biliyoruz. Ama çok esaslı bir fark olduğu da ortada. O PKK’yı, geleneksel devlet çizgisinin dışına çıkarak, yani “çatışarak” değil de “müzakere ederek”, yani ikna ederek devre dışı bırakmaya çalışıyor.
Peki bu uğurda zehir içmesi gerekecek mi? Yeni İmralı sürecinin kamuoyuna açıklanmasından bu yana bir aydan biraz fazla bir zaman geçti ve bu süre zarfında yaşananlardan hareketle kimsenin zehir filan içmesi gerekmediğini, gerekmeyeceğini söyleyebiliriz.
İmralı-Kandil hattı
Yeni İmralı süreci başladığında bunun kaderini üç temel aktörün, yani Başbakan Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın belirleyeceğini söylemiş ve her üçünün bu süreçteki artıları ve eksilerini ele almıştık (http://rusencakir.com/Uc-temel-aktor-Ocalan-Fidan-ve-Erdogan/1912).
Şu ana kadar üç aktörün de eksilerinin geri planda kalıp artılarının öne çıktığını görüyoruz. Ayrıca gerek devlet, gerekse Kürt siyasi hareketi içindeki ikincil rolleri üstlenmiş aktörler de genellikle sorumluluklarının gereğini yerine getiriyorlar. Bu noktada, İmralı’ya hangi siyasetçilerin gideceği, bunları kimlerin belirleyeceği gibi tartışma ve krizler tabii ki önemli ancak süreci akamete uğratacak ölçüde belirleyici değil.
Buna karşılık, ilk günlerde Kandil’den gelen “ne olup bittiğinden haberimiz yok” şeklindeki şikâyetlerle artık karşılaşmıyoruz. Herhalde İmralı’ya giden Ahmet Türk ile Ayla Akat Ata’nın kendilerini bilgilendirmesinin ötesinde bazı başka mekanizmalar da inşa edilmiş, yani MİT, İmralı ile Kandil arasında doğrudan teması bir şekilde sağlamış olabilir. Eğer durum böyleyse, yasal siyasetçilerin İmralı ziyareti, “fonksiyonel” olmaktan çok “sembolik” bir anlam taşıyacak demektir.
Kritik hafta
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in “Çözüm süreci hızlandıkça sabotaj ihtimali de azalır” sözü hükümetin elini çabuk tutmak istediğinin göstergesi. Bu nedenle içinde bulunduğumuz hafta kritik bir öneme sahip. Öcalan’ın 1999’da yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesinin yıldönümüne, yani 15 Şubat’a kadar, bir mutabakata varılmış olduğunun açıklanması çözüm sürecini alabildiğine hızlandırabilir.
Öcalan ile Fidan arasında bir mutabakata varıldığı, Kandil’in de bundan haberdar olup onay verdiği ileri sürülüyor. Eğer bu doğruysa, ki öyle gözüküyor, bir sonraki adım da muhtemelen, BDP’li siyasetçilerin İmralı’da Öcalan ile görüştükten sonra bu mutabakatı kamuoyuna açıklaması olacaktır.
Bu aşamada yine “İmralı’ya kim gidecek?” sorusu karşımıza çıkıyor. Galiba bu soru, bir sorun olmaktan çıkmak üzere. Normal şartlarda BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın, muhtemelen yine Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ile birlikte Öcalan’la görüşmeye gitmesi bekleniyor. Eğer siyasetçiler İmralı’ya gitmezse, o zaman Öcalan ile Fidan’ın mutabakata varmış oldukları yolundaki haberlerin asılsız olduğunu düşünmemiz gerekir. Çünkü tarafların hiçbirinin okyanusu geçip çayda boğulma gibi bir lüksü yok, olmamalı.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.