Şimdiye kadarki görüşmeler, Kürt siyasi hareketi için bir anlam ifade eden sonuçlar vermedi.
Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi (ki bu ‘ev hapsi’ne kadar uzanan boyutları olan bir talep anlamına geliyor), Kandil’deki PKK liderlerinin geleceklerine ilişkin güvence, yerel özerkliğin yeni anayasada yer alması gibi bir dizi talep Başbakan Erdoğan’ın önünde.
İki yol var... 1. yol, PKK’yı dağdan indirmek ve Kürt sorununu şiddetten arındırmaya yönelik bir dizi cesur adım atmak. Bu yol, Türkiye’nin batısında oluşacak milliyetçi tepkileri ve birçok siyasi sıkıntıyı göze almayı gerektiriyor. Birinci yol, siyaseten riskli görülmekle birlikte sonuca ulaştırılması halinde daha kalıcı bir değişim potansiyeline sahip.
2. yol ise ‘geleneksel devlet politikası’nın sürdürülmesi. Yani yaşananları asıl olarak ‘terörle mücadele’ üzerinden tanımlayarak (bazı ‘iyileştirmeler’ yapmakla birlikte) daha ‘değişimci’ yollardan kaçınmak. 2. yol, bugünkü koşullarda Erdoğan’a daha az riskli görünüyor olabilir. Tabii bu yolun da birçok toplumsal gerginliğe sertleşme zemini sağlayabileceğini, Kürt-Türk çatışması çıkarmak isteyenleri daha da cesaretlendirebileceğini algılamak zor değil. Bu yolun tercihi halinde toplumsal dengenin nasıl korunacağına ilişkin bir ‘yol haritası’ veya ‘sosyolojik perspektif’ de görünürde yok.
Konuyu yakından takip edenlerle fikir alışverişinde bulunuyorum. Bir kesim, karamsar bir psikoloji içinde Erdoğan’ın geleneksel devlet çizgisine daha yakın bir yol izlemesini bekliyor ve kendisini riske sokabilecek hamleler yerine, ‘daha etkin’ mücadele yöntemlerine yönelerek, Cumhurbaşkanlığı dönemeci öncesinde çok hırpalanabileceği bir kulvara girmekten kaçınacağını öngörüyor.
Asker yerine polis
‘Düşünceli bekleyiş’ sürerken, bölgedeki durumu etkileyecek yeni adımlara ilişkin haberler geliyor. Askerin ‘terörle mücadele’de başarısız olduğu düşüncesinin yaygınlık kazanmasına paralel olarak, polisin devreye sokulacağı anlaşılıyor. İçişleri Bakanı’nın açıklamaları, yeni adımlara işaret ediyor. Bir yandan ‘profesyonel askerlik’ çalışmalarına hız verilirken diğer yandan devreye polisin sokulması analize değer. Geçmişte, bölgede polise bağlı Özel Harekât timleri kullanılmıştı, ama yetki ve karar sahibi TSK’ydı. Bu aşamadan itibaren, görüldüğü kadarıyla, yetkiler poliste ve sivil idarede olacak.
Öcalan’ın İmralı’dan yansıyan açıklamaları, devletin ‘çözüm’ için görüşmeleri sürdürdüğünü gösteriyor. Tabii görüşmek var, görüşmek var. Şimdiye kadarki görüşmeler, Kürt siyasi hareketi için bir anlam ifade eden sonuçlar vermedi. Kandil’den bazı ‘itiraz’ seslerinin yükseldiğine tanık oluyoruz. Yani görüşmeler çözüme yönelik bir derinlikte yürümüyor.
Görüşme ve diyalog
Görüşme ve diyalog seçeneği, şimdiye kadar hiçbir zaman istikrarlı olarak sürdürülemedi. Örneğin Habur görüntüleri ve kamuoyundaki tepkilerle birlikte Başbakan endişeye kapılmış, çözümün yol haritasını bir kenara bırakmış ve daha klasik söylemlere (bazı kesimlerin gözünde milliyetçi bir dile) yönelmişti. O günkü ikircikli durum bugün için de geçerli.
Bir konuşmasında ‘umut verici’ bir üslup kullanarak çözüm diline yakın duran Başbakan’ın, bir başka konuşmasında ise daha sert bir dile yöneldiğini görüyoruz. Tabii bu inişli-çıkışlı psikolojiyi Kürt siyasi hareketinden gelen tepkiler de şekillendiriyor. Örneğin Silvan’da 13 askerin yaşamını yitirmesinin Başbakan üzerindeki etkisini hep birlikte gördük.
Kürt siyasi hareketi, daha net taleplerle ortaya çıktı. PKK, çatışmasızlık ortamından çatışmalı ortama yönelmeye niyetli görünüyor. Bir ‘karar noktası’ndayız. ‘İkircikli’ yaklaşmanın imkânsızlaştığı, analizlerin tükendiği, karmaşıklığın arttığı, belki sezgilerin ve duyguların daha belirleyici olduğu bir alandayız.
Başbakan’ın karar vermekte zorlandığı bir gerçek.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.