Şimdilerde barışa odaklandık. Barış herkesin gündeminde ama barış için yapılan girişimler milliyetçi kesimlerin tepkisini çekmeye devam ediyor. İşte CHP’deki patırtı ortada. Genel Başkan Kılıçdaroğlu, hükümete verdiği krediyi, şehit ailelerine verilmiş bir kredi olarak tevil etmek durumunda kaldı. MHP Genel Başkanı ve o çizgide düşünen, yazan ve siyaset yapanlar da, eleştirmeye, suçlamaya ve karalamaya devam ediyorlar. Hükümet bile bir yandan radikal sayılabilecek girişimlerde bulunurken, bir yandan da aba altından sopa göstermeye devam ediyor bazı sözcüleri marifetiyle. Barışın Kürtler tarafından nasıl karşılandığı meselesi ayrı bir yazı konusu, onu gelecek haftaya bırakıyorum. Bugün, barışma adımlarını eleştiren zihniyetin milli onur ve milli gurur söylemine biraz değinip, “barışmazsak ne olur” sorusunu Afyon olayları üzerinden okumaya çalışacağım.
MHP gibi barış görüşmelerine doğrudan karşı çıkma babayiğitliğini (!) gösterenlerin yanı sıra, hem barış çabalarını destekliyor görünüp hem de milli gurur ve onura halel getirilmemesi şartını ileri sürenler var. Yargım biraz sert olacak ama, geldiğimiz bu aşamada bu tavırları takınanların, bu ülkede çatışma süreçlerinde heder olan 50 bin insanın yitirilmiş hayat hakları konusunda hiçbir duyarlılık taşımadıklarına inanıyorum. Sadece yitirilmiş olanlar değil, bundan sonra yitirilecek olanlar da umurlarında değil. Şöyle bir avuntu da sık sık dile getiriliyor bu çevrelerce: Efendim, her şeye rağmen çatışma silahlı güçler arasında geçiyormuş, halk düzeyine yayılmamış, işte bu da milli birlik ve beraberlik mayasının hâlâ güçlü olduğunu gösteriyormuş vesaire, vesaire...
28 aralıkta Afyon Sultandağı’nda bir kavga ve cinayet sonrasında yaşanan olaylar, hem bu iddianın naifliği, hem de eğer bu sefer de barışamazsak krizin hangi aşamaya evrilebileceği konusunda fikir vermesi açısından önemli. 4 ocakta MAZLUMDER yetkililerinin bizzat gidip yerinde araştırması sonrasında yayımlanan rapor, milli gururumuzun hangi şekillerde tezahür edebileceğine dair de epey ipucu barındırıyor. Sıradan bir kavga olarak başlayan meşum olaydan sonra, taraflardan birinin Kürt olduğunun anlaşılmasıyla işin rengi değişiyor ve ilçedeki Kürt ailelerin evleri, arabaları, komşuların da dâhil olduğu bir saldırıya maruz bırakılıyor. Üstelik bu saldırı çevre ilçelerden toplanan ve sayıları bini aşan bir kalabalık tarafından gerçekleştiriliyor. Bu olaylarda can kaybının oluşmaması ise tamamen güvenlik güçlerinin başarılı savunması ile ilgili. İlçede olayın etkileri hâlâ devam ediyor, Kürt aileler alışverişe çıkamıyor, Cuma namazı için camiye bile gidemiyor. İşte milli gururumuzun somut olarak tecellisi böyle bir şey oluyor ne yazık ki. Raporda çok önemli başka ayrıntılar da var, MAZLUMDER’in sitesinden okumanızı tavsiye ediyorum. Ama özellikle şu cümleyi alıntılayayım rapordan:
“Öyle anlaşılmaktadır ki Sultandağı özelinde, 90 yıldan fazla bir zamandır yanlış kodlanmış millet-i hâkime anlayışıyla kirletilen ve ‘öteki’ ile birlikte yaşamayı imkânsız hale getirecek çıldırmalara müsait hale getirilen Türk bilinçaltı, lazım olduğuna inanılan bir zamanda, istihdam edilmek istenmiştir. Bu bilinçaltı, Kürdü, eşiti olarak değil ancak işçisi olarak, ‘karı’sı olarak veya himayesindeki mülkü olarak kabul edebilmektedir. Bu topraklarda barışı sağlamak üzere atılacak olan her adımı anlamlı ve başarılı kılacak olan işlerinin en önemlilerinden biri bu kirli bilinçaltının temizlenmesidir.”
Evet, çok doğru bir tesbit ve öneri. İlgililere duyurulur.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.