Bir barış sürecinden söz edebilmek için temel şart, silahlı eylemlerin ve çatışmaların durmasıdır. Ancak silahların susması, barışın bütünüyle gerçekleştiği anlamına gelmez. Çatışmasızlık, barışın sadece bir boyutudur. “Negatif barış” dediğimiz bu boyut, hayati önemdedir, ama kendi başına bir amaç değildir. Asıl amaç, barışı kalıcı hale getirmek, yani “pozitif barış”ı inşa etmektir. Bu nedenle, barış sürecinden söz ettiğimizde, aynı zamanda çözüm sürecini de kastediyoruz ya da etmeliyiz. İçinde bulunduğumuz süreç, “negatif barış” açısından son derece başarılı. Aylardır çatışma yok, çatışmalardan kaynaklı can kayıpları yok. Silahlı unsurların geri çekilmesi ciddi bir sorun yaşanmadan sürüyor.
Bu durum, sürecin meşruiyetini pekiştirdi. Buna bağlı olarak, sürecin başında pompalanmaya çalışılan gerilimler de büyük ölçüde azaldı. Böylece toplumsal ve siyasal atmosfer, çözüm yönünde adımlar atmak için elverişli hale geldi.
Bu noktada gözlerin hükümete daha fazla çevrilmesi normaldir, hatta işin doğası gereğidir. Hükümetin çözüme doğru somut adımlar atması, en azından buna dair güçlü mesajlar vermesi haklı bir beklentidir. Birinci aşama bitti mi bitmedi mi tartışması, hükümetin bu konudaki sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. Atılması beklenen adımları, pazarlığa bağlı taahhütlerin ifası gibi değil, sürecin istikrarla ilerlemesinin şartları olarak görmek lazım. Esasen hükümet de, baştan beri bunu söylüyor.
Sürece karşı çıkanlar
Lakin şimdiye kadar hükümetten, beklentileri karşılayacak hamleler gelmedi. Bu tutum, hükümetin oyalama taktiği izlediği, seçime endeksli avantaj hesapları yaptığı şeklindeki yorumları güçlendirdi. Kürt tarafının hoşnutsuzluğu, son haftalarda daha fazla dışa vurur oldu.
Bütün bunları, barış ve çözüm sürecinde “sıkıntılar”ın birikmekte olduğuna dair işaretler olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Ayrıca böyle bir değerlendirme ne karamsarlık, ne de sürece desteği azaltma anlamına gelir. Hükümeti eleştirmeyi sürece karşı çıkma olarak sunmaya gayret edenler, sürece de hükümete de iyilik yapmadıklarını bilmeliler. Aynı şekilde, hükümetin her yaptığını savunmanın sürece otomatik destek anlamına gelmediğini bilmelerinde de fayda var.
Aslında hükümet de “sıkıntılar”ın huzursuzluğa evrilmekte olduğunu fark etti. Sürecin yönetiminden sorumlu çekirdek ekibin Başbakanla ve kendi içinde arka arkaya toplantılar yapması, hükümet sözcüsünün açıklamaları, hükümetin işaretleri gördüğüne delalet ediyor.
Bu işaretleri doğru algılayanların başında Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in geldiğini teslim etmek lazım. Barış sürecinin çözüm yönünde ilerlemesi bakımından çok önemli olduğu herkesçe bilinen anayasa çalışmalarını canlandırmak için harekete geçen Çiçek, bunda başarılı da oldu. Önce CHP, MHP ve BDP liderleri, çalışmaların devamını ilke olarak kabul ettiler. Ardından Başbakan da, yolu açan bir tutum aldı.
Yeni anayasa sürecinin canlanması, başlı başına çok önemli bir gelişme. Hem giderek zayıflayan yeni anayasa umudunun yeniden yeşermesini sağladı, hem de çözüm sürecine yönelik muhtemel bir güven erozyonunun önüne geçti.
Ancak anayasaya ilişkin bu yeni başlangıç iradesinin olumlu sonuçlar üretmesi için halledilmesi gereken meseleler var. Bunların başında, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun çalışma ve özellikle karar alma yöntemi geliyor. “Tam uzlaşma” ya da “oy birliği” şartı, 2-3 aylık bir sürede yeni bir anayasa metni çıkarmaya engeldir. Ayrıca, şimdiye kadar üzerinde uzlaşma sağlanmış maddelerin akıbetini çeşitli ihtimallere göre değerlendirmek lazım.
Bu konulardaki görüş ve önerilerimi ayrı bir yazıya bırakıyorum. Burada hem barış sürecinin iyice güçlenmesi hem de anayasa çalışmalarının sonuç verecek şekilde yürümesi açısından hayati önem taşıdığına inandığım “yol temizliği” üzerinde durmak istiyorum.
“Yol temizliği”, demokratikleşme reformlarından başka bir şey değildir aslında. Amaç herhangi bir anayasa değil; demokratik, özgürlükçü, çoğulcu bir anayasa yapmaksa, buna uygun şartların yaratılması gerekiyor. Genel demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü açısından ihtiyaç duyulan yasa değişiklileri bu çerçevede hemen gerçekleştirilmelidir.
Bunun için zemin de şartlar da gayet uygun görünüyor. Önümüzde AKP’nin Vizyon 2023 belgesi, CHP’nin 17 maddelik demokrasi paketi ve BDP’nin 25 maddelik reform önerisi var. Bunların neredeyse tamamına ilişkin yasa teklifleri bile Meclis Başkanlığı’na sunulmuş durumda. Yasa teklifleri hızla Meclis Genel Kurulu’nun gündemine alınabilir. Meclis Başkanı, gerekirse bu tekliflerin uyumlaştırılması amacıyla, partiler arası bir komisyonun oluşumuna da öncülük edebilir. O zaman, samimiyet tartışması da soyut itham düzeyinden uzaklaşır, somut olarak test edilebilir hale gelir.
Komplocu bakış
Barış, uzlaşmayı hedefler, yeni anayasa da mutabakata ihtiyaç gösterir. Kutuplaşma ve gerilim, her iki süreci de olumsuz etkiler. Bütün tarafların bundan titizlikle kaçınması lazım. Hükümete burada da özel bir sorumluluk düşüyor. Gezi olaylarındaki komplocu bakış, güvenlikçi tutum ve kutuplaştırıcı yaklaşımı terk etmesi, bu sorumluluğun bir gereğidir.
Barış ve anayasa süreçlerinin başarısı, toplumsal onayın yüksekliğine bağlıdır. Bu da, ancak özgürlükçü bir ortamda yoğun toplumsal katılımla gerçekleşebilir. Akil İnsanlar gruplarının çalışmaları, Kürt sorununun anayasa bağlamında da geniş çevrelerce tartışılmasını sağladı. Bu yapıcı dinamizmin korunması ve daha da geliştirilmesi için yeni yollar açılmalı.
Öte yandan Gezi protestoları da, belli toplumsal huzursuzlukların, itirazların ve taleplerin ifadesi ve bir katılım çabası olarak değerlendirilmeli. Parklarda devam eden forumlar, yeni katılım zeminlerinin güzel bir örneğidir. Bunların daha geniş demokratik siyasal kanallara akması sağlanmalıdır.
Bunlar yapılırken, yani “yol temizlenirken”, anayasa çalışmaları da sonuç alacak çerçevede yürütülürse; barış, demokrasi ve özgürlük yolunda güvenle yürümeye devam ederiz... (Milliyet)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.