Devlet ve hükümet savaş makinesinin düğmesine bastı, kan akıyor. Günlerdir içerde ve “sınır” ötesinde dağlarımız bombalanıyor. Kent varoşları savaş alanlarına dönüştü. Barış çığlıkları ile savaş naraları karşıt kutuplarda yükseliyor! Savaş baronları savaş naraları atarken, halklar ve devrimci ilerici güçler barış ve demokratik çözüm siyasetini öne çıkarıyor. Barış zemininde çözümü kimler istiyor?
İki yakada da halklar barış istiyor!
Yüz elli yıldan beri baskı, katliam, sürgün, soykırım ve faili meçhullere uğrayan halkımız ne ister: barışçıl çözüm!
Dağda vurulan her Kürt gencinin haberi duyulduğunda; “acaba oğlum-kızım mıdır” diye yüreği ağzına gelen Kürt annesi ne ister; savaş bitsin ister!
Her demokratik meşru eylemde bile polisin orantısız güç müdahalesine maruz kaldığı için yaralanan-sakatlanan-ölen halkımız ne ister: barış ortamında çözüm!
Silahların konuşulduğu her dönemde, gözü-kulağı ve yüreği Kürdistan’da görev yapan asker veya polislerle ilgili gelecek haberlere kilitlenen ve her ölüm haberinde “acaba oğlum mudur” diye yüreği daralan Türk, Çerkes, Arap, Boşnak … Türkiyeli anneler barıştan başka ne ister ki!
“Artık kan akmasın, analar ağlamasın” diye çabalayan ve bu çabalarından dolayı her defasından başta Devlet Bahçeli olmak üzere Türk siyasetçilerce hırpalanan Türkiye ve Kürdistanlı aydın ile sanatçılar ne istiyor: kan akmasın demokratik çözüm geliştirilsin!
Elinde silah dağda savaşan dahil Kürt siyasetçiler yıllardır sabah akşam neyi dile getiriyorlar: barışı, barışçıl demokratik çözümü!
Demek istediğim onca ağır bedellere rağmen iki yakadan da halkların öfkesi birbirlerine değil savaş baronlarınadır. İki yakadan da halklar barış istiyor, meselenin siyasal çözümünü istiyor.
Herkes “Barış” Derken, Savaş siyasetine neden dönüldü?
Sürdürülen görüşmeler hatta “görüşmeden müzakereye geçildi” propagandası ve önemlisi Dolmabahçe mutabakatının yayınlandığı günlerin ardından AKP hükümeti ve devlet neden savaş siyasetine döndü? Neden bizzat kendi çağrıları olan “ovada siyaset yapma”nın alanını yine kendileri daraltıyor? Neden 150 yıldır denenen ama sonuç alınmayan yola geri dönülüyor? Neden, neden, neden..?
Bunca barış dinamiğine rağmen barışçıl çözüm bugün kalıcı karşılık bulmuyorsa bunun esasta iki sebebi var:
Birincisi; devletin milli çıkarları ile sistem partilerinin siyasal çıkarlarının yarattığı engellerdir. “Devletin milli çıkarları” deyip geçmeyin, nelere kadir olduğuna günlük yaşamda sürekli yüzleşiyoruz. Siyasal partilerin hatta liderlerinin bencil siyasal çıkarlarını da küçümsemeyin! 7 Haziran seçim sonuçlarının ardında Erdoğan ve AKP’nin iktidarı bırakmamak için ne numaralar çevirdiklerini, nasıl da yaratıcı formüller (!) ürettiklerini hatta ülkeyi nasıl ateşe attıklarını gördük, yaşıyoruz!
Görüldü ki, devletin ve AKP’nin esas ürktüğü, silahların konuşması değil son seçimlerde açığa vuran Kürt siyasal iradesidir. AKP’nin Kürdistan’da silinmesi Erdoğan’ın başkanlık hesaplarını bozarken, devlet de bundan jeopolitik geleceğini “tehdit altında” görmeye başladı. İşte çözüm görüşmelerinin sonlandırılıp savaşın başlatılması devlet ile hükümetin bu çıkar örtüşmesinin sonucu belirlendi. Unutmayalım ki sistem partilerinin siyasal çıkarları ile devletin milli çıkarları çoğunlukla örtüşür, örtüşmek zorunda çünkü baki olan devlet ve milli çıkarlarıdır. Demek ki AKP ve Erdoğan’ın iktidarı bırakmamak için ülkeyi ateşe atması devletin milli çıkarları ile örtüşüyor.
Vurgulamak istediğim, devletin milli çıkarları ile AKP’nin siyasal çıkarları savaş siyasetine dönüşün esas tetikçileridir. Çünkü devlet (MGK) 8 Haziran sabahı açıklanan seçim sonuçlarını çıkarları için sürdürülebilinir olarak görmemiş. Buna, devletin çok umut bağladığı HDP’nin Türkiyelileşme siyasetinin 7 Haziran seçimlerinde tam tersi sonuçlar üretmesi; “Türkiyelileşiyoruz” denilerek Kürdistan’da daha fazla Kürdistanileşme, Batı’da da daha çok Kürdileşme gerçeğiyle yüzleşmesini de ekleyelim.
Bu gelişmeden dolayı, Dolmabahçe görüşmeleri ile yol alan sürecin devletin “milli çıkarları” gereği bozulması gerekirdi. Bozuldu da! Buna Erdoğan’ın devam eden başkanlık hırsını ve AKP’nin yeniden tek başına iktidar olma hesabını de ekleyelim. Dolaysıyla harekete geçirilen devlet savaş makinesini, “askerin birikmiş gazı alınıyor”a indirgemek olup biteni izah etmez.
Bu şartlarda barış zor, çünkü devletin mevcut bölge koşullarında bir kez daha savaş üzerinden kendini şekillendirmek istediği görülüyor. Barıştan ısrar ederken hem bu durumu hem de belirttiğim gibi devletin milli çıkarları ile de örtüşen AKP’nin siyasal çıkarlarının çözüm sürecini yeniden çatışma zemine çektiğini bilelim!
PKK’ye Demirtaş üzerinden gönderildiği iddia edilen; “-Silahlı unsurlar çekilmeden çözüm süreci ilerlemez. Kamu düzeni sağlanana kadar operasyonlar devam edecek. HDP terörle arasına mesafe koymalı, terörü kınamalı. Örgüt cenazelerinin şova dönüştürülmesine izin verilmeyecek. Kürt halkı silahı değil, siyasi çözümü destekliyor” mesajıyla da zaten PKK’ye açıkça “müzakere, görüşme yok silahı bırakın sonra konuşalım” deniyor!
HDP’ye ise, Baluken ve Demirtaş’ın KCK ile HPG’ye dönük eylem tarzı eleştirileri yeterli bulunmayıp “terörü kına” demek yanı HDP’yi, PKK’ye ilişkin rejimin kullandığı “terör örgütü” dilini kullanmaya zorlamak, siyasal intiharı dayatmakla eş değerdir.
İkincisi; bölgedeki gelişmelerin özelde de Kürdistan parçalarındaki gelişmelerin basıncının da etkisiyle ABD ile varılan anlaşmaya paralel Türkiye’nin değişen, değişecek olan bölge ve özelde de Suriye politikası; Türk devletinin içerde de savaşa yönelmesinde önemli bir faktör. Çünkü Türk devleti bugün Kuzey meselesini daha çok Rojava ve bölgesel gelişmeler üzerinden okuyor. Öyle ki kendi “birlik ve bütünlüğünü” Rojava üzerinden arıyor ki bu nedenle Rojava’da Kürt halkının siyasi statü elde etmemesi, ederse de coğrafik bütünlüğe dayanmaması hedef olarak belirlemiş durumda.
Türk devleti esas bu hedefi gözeterek Üslerin kullanımı üzerinden ABD ile bölge siyasetinde anlaştı. Böylece sahada derinleşen ABD ile PYD/YPG ittifakının önünü kesmek isteyerek, “IŞİD’e karşı müttefikin PYD değil benim, Kürtlere ihtiyacınız yok” denilerek PYD denklem dışına itilmek isteniyor. Başarabilirse!
Savaş siyaseti çözüm getirmez!
AKP’nin sandıkta kaybettiğini savaş ikliminde yeniden kazanmak istediği doğruysa (ki genelde ortak kanaat budur); devlet ve AKP, yasal Kürt siyasetini, Batıya gelen asker cenazeleri üzerinden etkisizleştirmeyi hedefliyorsa; yanı muhtemel bir erken seçimde devam edecek olan çatışma ikliminde HDP’nin eli zayıflatılarak oylarının düşürülmesi amaçlanıyorsa; AKP iktidarda kalmak hırsıyla ülkeyi kan gölüne çeviriyorsa; PKK, Rojava’da IŞİD belası ile savaşırken Kuzey’de Türk devleti ile savaşmanın gücünü böleceği gerçeği ortadayken ….!
PKK bunlara hizmet edecek pratik geliştirmemeli! PKK’nin bu durumda Kuzey’de silahı kullanmayı bir değil on defa düşünmesi gerekmez mi? Bu koşullarda PKK Kuzey’de silahlı mücadeleyi devre dışı bırakmalı. Şunu da ekleyelim: savaş siyasetinden medet uman AKP’de, savaş devam ederse, gerilla ve asker cenazeleri her gün ailelere teslim edilirse ayakta durabilir mi? Çok zor! Çünkü savaş siyaseti AKP’nin hedeflediği siyasal sonuçları üretmeyeceği görülüyor.
Barış ve çözüm ama kiminle ve nasıl?
Mesele Kürt hele de Kürdistan meselesi olunca, elbette sorunun yanıtı devlettir! Devlet ama hangi devlet! Askerin ağırlık merkezini oluşturduğu derin devlet ile İmralı’da masa yeniden kurulsa da çözüm bulunamaz. HDP ile koalisyona bile yanaşmayan sistem partilerinin hakim olduğu TBMM’ye meselenin taşınmasınin, yasallık kazanma ve propaganda değeri var ama çözüm meclisten gelmeyecek! Asker merkezli derin devlet ile yeniden bütünleşen ve “ABD ile İncirlik üssü üzerinden bölgeye dönük anlaşma yaptım dolaysıyla içerde Kürtleri ezersem Batı sesini çıkarmaz“ diyerek hareket eden AKP çözüme yanaşmayacak. Bugünkü TBMM’de grubu bulunan partilerin, Mecliste Kürt meselesinde çözümün kapısını arayacak bir anayasayı üretemeyecekleri de görülüyor.
Tarihsel olarak Kürt meselenin varoluşunun esas sahibi olan Kemalist CHP ile çözüm ise hiç hiç mümkün değil. Kürt siyaseti, AKP’nin Kürdistan’da silindiği koşullarda devlet siyaseti olarak bu kez CHP’ye bilinçli olarak devlet ile Kürt halkı arasında köprü kurma işlevi yüklenmesini doğru okumalıdır.
Bütün bunlardan çıkarılacak siyasal yönelim, silah değil! Başta KCK olmak üzere Kürt siyaseti, kalıcı ve sonuç almaya odaklanmış sivil itaatsizlik mücadele tarzına ciddi ciddi hazırlanıp kafa yormalıdır.
Barış ama neyin ya da ne için barış?
Elbette barış iklimi zemininde demokratik çözüm geliştirilmeli. Bu açıdan HDP’nin “size savaş yaptırmayacağız” şiarı doğru bir önermedir. Yoksa başta halkımız olmak üzere halklar büyük acı çeker, iki yakadan da annelerin acılarına acı yüklenir.
Barışçıl çözüm öne çıkaralım ama halen Kürtlerin varlığı bile anayasal kabul görmemişken; halkımız üzerinde tüm ağırlığıyla entegrasyon-asimilasyon devam ediyorken; en demokratik hak ve talep olarak ana dilde eğitim-öğretim yasak iken; bunlar talep eden halkımıza ve siyasetine “ölümlerden ölüm beğen” tehditleri yeniden sahneye konulmuşken…
Bu durumda kiminle nasıl çözüm geliştirilecek, ne için barış yapılacak? Demek istediğim, barışa odaklı her adım halkımızın yaşamsal ulusal taleplerini içermek zorundadır yoksa barış soyut ve anlamsız olacaktır. Barış adına Kürt halkından hiçbir hak talep etmeden adeta teslim ol deniliyorsa Kürt halkı bunu 150 yıldır kabul etmedi bundan böyle de kabul etmez!
Sonuç yerine:
I- Şu ana kadar sürdürülen İmralı merkezli çözüm sürecinin akıbetini; bir yanıyla Rojava’da ki gelişmeler ve Türkiye’nin ABD ile ortak hareket etmesinin üreteceği sonuçların içeriye yansıması belirleyecek. Diğer yandan Öcalan’ın; HDP’nin mecliste ciddi bir siyasal güç olması ve Türkiye’nin ABD ile bölgeye dönük anlaşmasının üreteceği sonuçlar gibi yeni koşullarda alacağı pozisyona bağlı olacak. Devletin Öcalan’ı kimseyle görüştürmemesinin nedeni KCK ve HDP’nin pozisyonundan çok bence Öcalan’ın alacağı tutuma bağlı olarak erteleniyor.
II- Kürt, Kürdistan meselesinin çözümü deniliyorsa öncelikle İmralı merkezli olmaktan çıkarılması gerekir. Devlet yıllardır yaptığı gibi yine Kürde demokrasi koklat ama savaşı esaslı yaşat politikasında vazgeçip halkımızın yaşamsal talepleri üzerinden inandırıcı adımlar atarak güven vermeli. “ABD ile İncirlik üssü üzerinden bölgeye dönük anlaşma yaptım dolaysıyla içerde Kürtleri ezersem Batı sesini çıkarmaz” yanlışından dönmelidir.
III- Devlet Kürt meselesinin çözümü ile PKK’nin silah bırakma meselesini birbirinden ayırt etmeli ve buna uygun muhataplar belirlemeli dolaysıyla Kürt meselesinin çözümünde tüm Kürdistanlıların temsiliyetine dayanan muhatap esas alınmalı.
IV- Ve elbette bunlarla bağlantılı Kuzey’de Kürtler arası güven verici kalıcı ulusal ittifakın yaratılması, Kürt siyasetini bekleyen acil görev özelliğini koruyor.
V- Kürdistan’da devletin işleyişini felç edecek demokratik sivil itaatsizlikle çözüme odaklanma, esas alınmalı
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.