Kürt meselesinde çözüm sürecinin daha şimdiden hem Kürt siyasi alanını hem Türk siyasi alanı ve algısını harmanlamaya başladığını söyleyebiliriz.
Hasan Cemal, Ruşen Çakır gibi pek çok gazeteci önemli bir iş çıkararak Kürt bölgelerinde gerek sokakla gerek aktörlerle konuşarak çözüm sürecine ilişkin duyguları ve hareketliliği anlamaya çalışıyor.
İçerideki sorunları, güvensizlikleri, katmanları, talepleri yansıtmaya, anlatmaya çalıyor.
Keza Akil İnsanlar heyetlerinin Güneydoğu ve Doğu grupları da öyle…
Akil İnsanlar Batı, Güney ve Kuzey grupları bu hareketliliği tersten, Türk siyasi alanı açısından gözleme imkanı buluyor.
Marmara grubu çalışmaları itibariyle şu gözlem açıktır:
Halk ve kanaat önderleri arasındaki sorular, endişeler, sürece destek dalgaları ya da muhalefet eğilimleri sadece Kürt sorununda çözüm meselesine, adalet ve siyaset fikrine işaret etmiyor. Sokak aynı zamanda yeni Türkiye'ye doğru hamle yapıldığının farkında olarak şu ya da bu şekilde geleceği tartışıyor.
İlk görüntü siyasi partiler ekseninde bir eğilim dağılması olarak karşımıza çıkıyor. İlk bakışta demokrat ve liberal kitle bir yana, AK Parti'ye yakın duranlar, muhafazakarlar bu süreci destekliyor, diğerleri ise ya karşısında duruyor ya daha çok soru soruyor ya da süreci yürüten aktöre güven duymadığını ifade ediyor.
Ancak ikinci aşamada, özellikle seçmen gruplarına daha yakından bakıldığında siyasi partilere endeksli tavırlar muğlaklaşıyor. Destek eğilimi ile endişeler her seçmen grubunda ortaklaşmaya başlıyor.
İstenen sadece soyut bir barış değil, somut bir çatışma çözümü…
Endişe edilen, daha doğrusu 'bilinmeyen' olarak tarif edilen, bu çözümün nasıl olacağı, anayasal ve siyasal düzen açısından ne tür sonuçlar doğuracağı…
Endişe ve sorular sıkça uyum çabası ve anlama gayretini içeriyor.
Bilinmeyenlerin ve belirsizliğin ifade ediliş tarzı, geleceğin toplumun birlikte vereceği, katılarak şekillendireceği bir karara bağlı olduğunu ima ediyor.
Velhasıl insanlar sadece çözüm ve sıcak siyaset üzerine değil, bundan çok daha fazla kendileri ve gelecek üzerine fikir yürütüyorlar.
Bu durum bir alanın hareketlenmesi, bir fikir ve siyaset seferberliği demektir. Daha önce de vurguladığımız gibi milliyetçiliğin dönüşmesi istikametinde (eğer mümkün olabilirse) ilk adım demektir.
Geçmiş zaman merkezli, kuvvetli bir öteki duygusu üzerine kurulu, tarihi milletler ve farklılıklar arası çatışma olarak algılayan milliyetçi algının yerine, şimdiki zaman üzerine oturan, kuşatıcı bir toplum hissi, milliyetçilik eğilimi oluşması için çıkılan yoldan söz ediyoruz.
CHP'nin ve MHP'nin tepkileri sanmayın ki sadece barış süreciyle ilgilidir. Bu tepkiler altında, altını çizdiğimiz seferberlik çerçevesinde, bir 'varoluş endişesi'nin, partisel bir varoluş kavgasının göstergeleridir.
Barış sürecinin CHP'yi sallamasının, elementlerine ayırmaya başlamasının nedeni temel olarak ulusalcı-kemalist koalisyonun verdiği ayakta durma kavgasıdır.
MHP'nin karşısına kendi ideolojik tarihinde gördüğü en büyük rakip çıkmaktadır: Bizzat kendi yandaşları ya da yakın duranları veya muhafazakar kesimler…
Bu siyasi partiyi sadece öfkeyi temsil etmeye, şiddet dili kullanmaya, tahrik politikaları izlemeye iten, düz itiraz üzerine kurulu bir marjinalleşmeye savuran da benzer bir kavgadır.
Toplumsal ve siyasal ayrışmaları bu açıdan dikkatle izlemek gerekir.
Bu ayrışmaların benzerini 2007-2010 arası yaşadık…
Bu kez daha zorlu bir ayrışma var…
Milliyetçiliğin dönüşmesi ve muhafazakar alanın milliyetçi değerler açısından yeniden yapılanması son derece önemlidir ve kritiktir.
Ve en az Kürt sorununun çözümü kadar kıymetlidir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.