Siz bu satırları okuyorken, Türkiye’de yeni bir dönemin başladığı bir günü yaşıyor olacağız inşallah! Bugünü kazasız belasız atlatmamız en büyük dileğim. Süreci fiilen bombalama eylemleri başlatıldı ama bunların ne hükümeti, ne de Kürt tarafını etkileyeceğini düşünüyorum. Hükümet korku duvarını aşmış durumda ancak yine de bu eylemler güvenlik açısından endişe uyandırabilir. Vatandaş ise bundan daha beterini çatışmalı dönemde zaten yaşıyordu, bu eylemler vatandaşın barış konusundaki kararlılığını arttırabilir ancak.
Neredeyse İmralı süreci başladığından beri, konu hakkında hiçbir şey yazmadım. Yazmama sebebim şu: Barış sürecini ideal anlamda yapılandırma konusunda hepimizin çeşitli fikirleri var ve bunları uygun vesilelerle dile getirdik, ancak karar mekanizmasında olanlar bizler değiliz. Karar mekanizmasında olanlar, kendi yöntemleriyle bir süreç başlattılar. Habur kazasından elde ettikleri deneyimle, sorumluluğu dar bir kadro ile üstlenip, gizli müzakerelerle yol almaya çalışıyorlar. Bu usul bana göre doğru olmasa da, madem böyle bir adım atıldı, bekleyip sonucu görmek gerekir diye düşünüyorum. Sadece beklemek de değil, desteklemek ve barış sürecine omuz vermek gerektiğine inanıyorum. Tek bir canın bile heba olmaması için, bu destek boynumuzun borcu diye düşünüyorum. Böyle düşünen hemen her kesimden, sendika, meslek ve kitle örgütü, sivil toplum kuruluşu, üniversite, medya, edebiyat, sanat ve iş dünyası temsilcilerinden yüzlerce kişinin imzasıyla açılan “Barışa Omuz Vermeye Çağırıyoruz” kampanyası, bu anlamda geniş bir ortaklığın (ortak akıl, ortak hissiyat) meydana geldiğini gösteriyor. Bu çağrıya siz de destek olmak isterseniz http://www.barisaomuzveriyoruz.net adresine imzalarınızı bırakabilirsiniz.
Lider kültü aşılmalı desek de...
Pek çok şey bugün açıklanacak mektupla bağlantılı durumda. İki tarafın da “zinhar taviz vermiyoruz!” söylemlerine rağmen, herkes her şeyin farkında ve fakat, iki taraf da liderlerine duydukları güven ve teslimiyetle yola çıktılar, muhtemelen böyle de devam edecekler. Şu anda olmazları olduran da işte bu “güven ve teslimiyet” tutumu. Lider kültü aşılmalı desek de, sosyolojimiz bu kültün yarattığı dinamikler ile işlemeye devam ediyor. Hatta bu dinamiklerin, kendilerini ideal demokratlık düzeyine yakın görenlerde bile işlediğine ironik bir şekilde şahit oldum. Ahmet Altan’ın gazeteden ayrılmasından sonra karşılaştığım birçok kişi, artık Taraf gazetesi almadıklarını bana söyleme ihtiyacı duymuşlardı. Çünkü onlara göre Altan, Başbakan’ın “tek adamlık” stratejisine karşı verdiği mücadele yüzünden gazeteden ayrılmak zorunda bırakılmıştı ve şu anda gazetenin kimlerin eline geçtiğini bilmiyorlardı ya da tam tersi herkesten daha iyi biliyorlardı. Onlara pek bir şey söylemedim ama içimden geçirdiğim şey, Altan’ın da o çok karşı çıktığı tek adamlık makamına oturtulduğuydu sevenleri tarafından. Bu muhipler, bütün farklılıklarına rağmen demokratlık çizgisinde ortak bir anlayışa sahip bunca Taraf yazarını bir kalemde sıfırlamaktan, Taraf’ın bütün sihrini, demokratlığını tek bir adama endekslemekten ve bunu da kimselere bırakmadıkları demokratlıkları icabı dile getirmekten hiç gocunmuyorlardı ne yazık ki. Bu talihsizliğe güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim. Bu ülkenin kendini bunca demokrat sayanları bile tek adam kültü yaratmaya bu kadar teşneyken, Cumhuriyet tarihinin belki de en büyük iktidar gücünü elinde tutan Recep Tayyip Erdoğan’ın muhipleri niye onlardan aşağı kalsın ki? Neyse belki de ilk defa bu kült hayırlı bir işe hizmet edecek, bu yüzden dilimi tutuyor, sürecin hayırla ve barışla sonuçlanmasını temenni ediyorum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.