Yazayım diyorum gönlüm razı olmuyor, yazmayayım diyorum yine gönlüm razı olmuyor. Özellikle son birkaç hafta içinde, kendimi de dahil edeyim, büyük bir ikiyüzlülük içinde yaşıyoruz duygusu ağır bastı. Ucundan da olsa yazayım dedim.
Hatırlarsanız, yola demokratikleşme ve Kürt barışının birbiriyle ayrılmaz bir bütün olduğu varsayımı üzerine çıkmıştık. Çözüm sürecinin ta başında, bazı çevrelerin dillendirdiği ‘Acaba Kürtler başkanlık sistemi pazarlığına mı girdi’ kuşkularına karşı çıktık.
Sonra Gezi geldi. Ben Kürtlerin Gezi’de sokağa dökülmemesinin ‘haklı’ nedenleri olduğunu savundum, halen öyle düşünüyorum.
Sonra 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları patladı. İşin bir ucunda iktidar bloku içinde kavganın tavan yapması vardı kuşkusuz. Ama ne olursa olsun bu vesileyle ifşa olanlar göz ardı edilecek şeyler değildi.
Kürt siyasetinin ilk teşhisine göre ‘hükümete karşı bir darbe girişimi’ söz konusuydu. Ben Kürt siyasetinin bu yaklaşımına katılmayanlardandım. Ama, ‘Yeter ki barış sürecine halel gelmesin’ kaygısı ağır bastı.
Bu esnada, iktidar eski müttefiki Cemaat’i tasfiye işine girişti ve bu tasfiye demokrasi ve hukuk kurallarının fazlasıyla dışına taştı. Yetmedi; MİT yasası, YÖK yasası gibi otoriter siyasete savruluş tüm hızıyla devam etti.
Demokrasiden uzak bir sistemde barış süreci imkansız
Sonuçta, benim kanaatim artık ‘barış süreci’ ile demokratikleşmenin yollarının birbirinden ayrıldığıydı. Doğrusu, ben, demokrasiden uzaklaşmış bir sistem içinde Kürtlerle barış sürecinin başarılı olmasının imkansız olduğunu düşünenlerdenim. Ancak, nihayetinde barış sürecinin tarafları yola devam ettiği sürece bize laf düşmez diye düşündüm, doğrusu hala böyle düşünüyorum.
Ama artık hiç olmazsa birbirimize yalan söylemeyi bırakalım, daha açık konuşalım. Kürt siyasetinin bazı aktörleri gittikçe otoriterleşen siyaseti olabildiğince es geçerek ‘süreç’in ilerlediğini ifade ediyor. O halde, süreç bir şekilde devam ediyorsa, özellikle son güvenlikçi yasalarla iyice olgunlaşan otoriter bir iktidar/devlet ile yapılan pazarlıklar/görüşmeler çerçevesinde yürüyor. Buradan varılacak yol demokrasi ve toplumsal barış olabilir mi?
Doğrusu, Kürt siyaseti içinde bu konuda bariz farklılıklar var gibi gözüküyır, ama kendileri farklılaşmadan söz etmediği sürece aralarına ‘fesat’ sokmak da olmaz, bu konuyu geçelim.
Darbe tehlikesi mi?
İşte tam bu noktada, yani işler iyice çetrefilleşince, yeniden dolaşıma sokulan ‘darbe tehlikesi’ giderek daha fazla seslendirilmeye başladı.
Zaten bugünlere böyle geldik; artık darbe tehlikesi tamamen ortadan kalktıktan sonra bile, her otoriter adımın önünden veya ardından, ‘darbeyi gösterip, AKP’ye razı etmek’ diye özetleyebileceğimiz bir çerçevede, ‘darbe tehididi’ dolaşımda oldu.
Sırrı Süreyya Önder’in devleti
En son, HDP milletvekili ve İmralı heyetinin değişmez üyesi Sırrı Süreyya Önder, Cüneyt Özdemir’in 5N1K programında, olan biteni biz faniler için benzer biçimde özetledi. Önder’e göre, ‘Devlet tamamen ikiye ayrılmış vaziyette; bir yanda süreçten yana olanlar bir yanda buna karşı darbe yapmak isteyenler var.’
Devlet denilince tam olarak neyin kastedildiğini açık bıraktı ama, en çok ‘asker gölgesi’ne işaret ediyor. Sanki, Cumhurbaşkanı Erdoğan (zamanında başbakan olarak) Roboski katliamından sonra ‘asker’i kutlamamış. Sanki asker-sivil iktidar arasında mükemmel bir eşgüdüm devam etmiyor. Sanki, ‘PKK İŞİD gibi terör örgütüdür’ diyen, çözüm sürecinin baş aktörleri cumhurbaşkanı ve başbakan değil.
Sırrı arkadaş bizimle dalga mı geçiyor? Komiklik başka komik olmak başka
Özdemir, Önder’e ‘AKP içinde görüş farklılığı var mı’ diye soruyor, o da önce ‘Var’ diyor, ama tabi isim veremiyor. Zaten vermesine gerek yok…
Önce şu sorulara bir cevap bulmak lazım: ‘Sürecin mimarları’ eğer ‘darbe tehdidiyle karşı karşıya’ ise PKK, PYD ve HDP üzerine söylediklerini neye yoracağız? ‘Sürecin mimarları’ böyle derse ‘darbeciler’ fazladan ne yapacak? Son güvenlikçi yasalar bu kabineden geçmedi de gizli darbeciler tarafından mı devreye sokuldu? Sahi Sırrı arkadaşımız, bizimle dalga mı geçiyor? Komiklik yapmayı sevdiğini biliyoruz, ama komik olmaktan çekinmez mi?
Zekice olmasa da kurnazca bir yöntem
Ama belli ki öyle bir kaygısı yok; dolu dizgin anlatmaya devam ediyor; ona göre ortada bir ‘darbe mekaniği’ var, tüm sorunlar bu mekanikten kaynaklanıyor. İktidara, çözüm sürecindeki ciddi sorunlara dair laf etmemek için zekice olmasa da kurnazca bir yöntem doğrusu. Zaten ne çekiyorsak tüm tarafların işi kurnazlıkla geçiştirmeye çalışmasından çekmiyor muyuz?
Ha bir de yabancı istihbarat örgütleri var tabii! Sırrı kardeşimiz, Kobani olaylarını da ‘bölgede cirit atan istihbarat örgütleri’ne yoruyor. Ardından da adeti olduğu üzere bir buzağı hikayesi patlatıyor, yani sonuçta iş buzağı hikayesine dönüyor.
Mesele Sırrı Süreyya Önder meselesi değil, bir ‘anlayış’ veya anlamayış meselesi
Kendisini üzmeyi hiç istemem, sevimli bir insandır ama kimseyi aptal yerine koymaya çalışmaması kaydıyla.
Dahası, mesele Sırrı Süreyya Önder meselesi değil, bir ‘anlayış’ veya anlamayış meselesi. Her zorlu dönemeçte, ‘darbe tehdidi’ bir de üzerine ‘yabancı güçler’, ‘karanlık eller’ kafasına müracaat etmek samimi ise ‘eyvah’, değilse yine ‘eyvah’!
Ayrıca, Allah rızası için, bu laflara sarılanlar daha açık konuşsun, kimdir bu karanlık güçler? Hala bu ülkede karanlık odaklar ortalığı birbirine katabiliyorsa, hala darbeci güçler ciddi bir tehditse son 10 yılda hiçbir şey başarılamamış demek, öyle mi? Kimdir istihbarat örgütlerine talimat veren ülkeler?
ABD ve AB ise onlarla müttefik miyiz düşman mı, bir karar versek. Peki İran mı? Yoksa tüm bunlar, her otoriter rejimin her zaman müracaat ettiği klişeler değil mi? Peki, böylesi bir siyasetin değirmenine su taşımak nesi?
Tıkanma riski, daralan vade ve beklenen pazarlık
Son olarak, ben bu ülkede yaşayan, demokratikleşme mücadelesi vermeye çalışan ve de Kürtlerin özgürlükleri ötesinde otonomisinin ‘çözüm’ olduğunu düşünen bir vatandaş olarak, barış sürecinden kimin ne anladığını, ne noktada olduğumuzu, müzakere edilenlerin ne olduğunu öğrenmek istiyorum. Buna hepimizin hakkı olduğunu düşünüyorum.
Dahası süreç bu çerçeveye taşınmazsa sahici olmaktan ziyade ayak oyunları serisi haline gelir ve de bir noktada tıkanma riski taşır diye düşünüyorum.
Şu da var ki vade daralıyor, erken bir tarihe alınması çok muhtemel genel seçimlerde veya hemen sonrasında hükümet tarafının Kürtlerle pazarlık konusunun ‘başkanlık sistemi’ ve otoriter sistemi pekiştiren anayasal düzenlemeler olacağı aşikar. Bana sorarsanız, Kürt siyasetinin bu pazarlığa ‘He’ deme ihtimali de yok, bu hareketin kendini inkar etmesi olur.
Tehlikeli bir oyun
O halde, neyi konuşuyoruz, kim kimi ne adına oyalıyor? Bu karşılıklı oyalamaların bizi çok riskli bir noktaya getireceği hesaba katılmıyor mu? Kobani olaylarını bu çerçevede anlamak, gelecekte karşılaşabileceğimiz çatışmalardan kaçınmak için daha iyi bir tedbir olmaz mı?
Aslında, son görüşmede Öcalan, çok ciddi bir uyarı yaptı ve sürecin kendisinin ‘araçsallaştırılması’yla yürüyemeyeceğini söyledi. Oysa, belli ki, iktidar partisinin süreci dayandırdığı temel bu. Yoksa Öcalan neden habire diğer Kürt aktörlerine karşı biçimde konumlandırılmaya, takdim edilmeye çalışılır? Böylesi çok tehlikeli bir oyun değil mi? (diken.com.tr)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.