• BIST 9154.79
  • Altın 2940.718
  • Dolar 34.4659
  • Euro 36.3751
  • İstanbul 20 °C
  • Diyarbakır 13 °C
  • Ankara 12 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 3 °C

Barış, demokrasi ve gelecek endişesi

Gençay Gürsoy

21 Mart günü Diyarbakır Newroz alanındaki milyonların sevincine ve coşkusuna tanık olan hiç kimse, barış adına çok önemli bir dönüm noktasına gelindiğini görmezlikten gelemez. Sabahın erken saatlerinden itibaren çoluk çocuk, kadın, erkek çoğu yürüyerek gelip, kentin kilometrelerce dışındaki o uçsuz bucaksız araziyi dolduran, sarı, kırmızı, yeşil renklerle bezenmiş bir milyonun üstünde insanın, Öcalan’ın “tarihi” mesajını dinlerken hızlanan yürek çarpıntılarının, kadim Mezopotamya halklarının ortak barış çığlığı halinde dalga dalga bütün Ortadoğu coğrafyasına yayılışını kimse duymazlıktan gelemez. Kuşaktan kuşağa miras kalan onulmaz acıları, son 30 yıl boyunca eklenenlerle birlikte bağrına taş basarak helal etmeye hazırlanan bu halkın feryadına, kandan, ölümden beslenmeyen hiçbir siyaset kulaklarını tıkayamaz.

İktidar

Siyasetin kısa vadeli çıkarlar üzerine bina edilmiş dilini ve sürecin yöntemine ilişkin itirazları bir yana bırakırsak, MHP dışında kalan hiçbir siyasi parti, çevre ve topluluğun, barış hedefine karşı çıkmadığını görürüz. Bu açığa çıkmamış ve adı konmamış uzlaşmadan, barış adına demokratik bir siyasal enerji yaratmak mümkünken, bu fırsatın iktidarın ve ana muhalefetin siyaset yapma tarzlarındaki arızalar nedeniyle heba ediliyor olması hüzün vericidir. Bu hüznü yapıcı bir işbirliğine dönüştürmek için her şeyden önce, Başbakan R.T. Erdoğan’ın “bu ülkede ‘iyi’ denebilecek ne varsa benim eserimdir” diye özetleyebileceğimiz kibir üslubunu terketmesi ve tek parti döneminin ünlü valisinin “bu memlekete komünizm lazımsa onu da biz getiririz” cümlesini yinelercesine “bu ülkeye barış lazımsa onu da ben getiririm, barış adına her kararı ben alırım, akil insanlar lazımsa onu da ben seçerim” misali tekelci alışkanlıklarından vazgeçmesi gerekiyor.

Kuşkusuz bu kolay bir şey değil. Hele de İsrail’in hızır gibi yetişen özründen sonra, Başbakan R.T. Erdoğan’ın zirve yapan özgüvenini, muhalefetle ortak iş yapmaya gönül indirecek makuliyet düzeyine yerleştirmesi hiç kolay değil. Ama kabul edelim ki şu son günlerde bu yolda dikkate değer bir düzelme var. Neredeyse iki haftadır Öcalan için “terörist başı” sıfatını kullanmıyor. BDP’yi “terörün uzantısı” diye anmıyor. Bunlar kuşkusuz iyiye alamet ama onun bunu sürdürebileceğinden ve ‘tek adam’ siyasetinin bunca alışkanlıklarını terkedip, Kürt sorununun çözümünün ‘olmazsa olmazı’ olan çoğulcu, katılımcı, adem-i merkeziyetçi ileri demokrasi çerçevesine uygun bir liderliğin gerektirdiği nitelikleri kazanabileceğinden hiç emin değilim.

Ana muhalefet

CHP Genel Başkanlığı için girdiği yarışın final çizgisine iyice yaklaştığı günlerde, TTB başkanı olarak Kılıçdaroğlu’nu ziyarete gitmiştim. Amacım, temsil ettiğim hekim kitlesi adına, SSK Genel Müdürlüğü döneminden de tanıdığım, dürüstlüğüne, mütevazı kişiliğine saygı duyduğum Kılıçdaroğlu’na CHP’yi Kürt sorununun siyasal çözümü, demokratikleşme, düşünce özgürlüğü ve insan hakları alanlarında öncü rolü üstlenebilecek bir konuma taşıması konusundaki dilek ve beklentilerimizi iletmekti. Beni ciddiyetle dinledi, notlar aldı, anlamlı sorular sordu ve sonunda “Hocam bunları bir de Sayın Baykal’a anlatır mısınız?” dedi.

Kuşkusuz formel ilişkiler, parti disiplini vb. kaygılar dikkate alındığında böyle bir yanıt normal karşılanabilirdi ama nedense benim içimde bir tel koptu ve yeni CHP’nin siyaset sahnesine çıkaracağını umduğum sosyal demokrat alternatif olasılığının biraz hayal ürünü olduğunu düşünmeye başladım... O günden sonra değişik vesilelerle birkaç görüşmemiz daha oldu ama ‘bu az bulunur cinsten dürüst ve sade insanda, CHP’yi demokrasi mücadelesinin öncüsü haline getirebilecek cesaret, basiret ve dirayet var mı?’ sorusunun yanıtını hala bulabilmiş değilim. Buna karşın hafta başında, “ yasal yol temizliği” konusunda CHP’nin açıkladığı 16 önemli önerinin, bana Kılıçdaroğlu ile ilgili sorunun yanıtının hala beklenmeye değer olduğunu düşündürdüğünü itiraf etmeliyim.

‘Endişeli entelektüeller’

Bu kategoriye yukarıdaki adı veren ben değilim. Nicedir, barış süreci ile ilgili kuşkularını, endişelerini dile getirmeye çalışan herkes, özellikle iktidar yandaşı medyada bu isim altında anılıyor ve “barış karşıtları” olarak niteleniyor. Oysa, sürecin sağlıklı ilerlemesi için kafa yoran hiç kimse, barış adına bugün varılan aşamayı ne küçümsüyor ne de bu yolda öncü rolü oynayan siyasal aktörlerin çabalarını görmezlikten geliyor. Benim ve gördüğüm kadarıyla benzer endişeleri paylaşanların kaygıları, mevcut egemen güçlerin siyaset kültürü ve alışkanlıkları ışığında, şu ana kadarki gelişmelerin ima ettiği gelecek tasavvuru ve demokrasi ufkuyla ilgilidir. AKP’nin Meclis Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu anayasa taslağı ortadadır ve şu ana kadar yol temizliği adına atılmış dişe dokunur tek bir adım bile yoktur. Kürt siyasal hareketinin bütün deneyim birikimine karşın, işlemekte olan “barış süreci”, beklediğimiz ileri demokrasiyi bir yan ürün olarak kendiliğinden tedavüle sokacak değildir. Kuşku yok ki hiç kimsenin bu endişeler nedeniyle barış sürecini yedeğe alma ya da sorumluluğu Kürt siyasi hareketine yüklemeye de hakkı yoktur.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89