Affetmek geçmişi değiştirmez ama geleceği genişletir. Paul Boese
Önce Paris suikastleri, ardından Amerikan Büyükelçiliği'ne saldırı, İmralı sızıntısı, Ak Parti binasına ve Adalet Bakanlığı'na silahlı saldırı, Reyhanlı saldırısı, Gezi olayları ve en son yolsuzluk operasyonu görünümlü siyasete müdahale çabası...
Çözüm süreci başladığından beri, 'silahlar susmasın, fikirler konuşmasın' diye şiddet sarmalına çekilmeye çalışılan, 'operasyon yorgunu' bir ülke haline getirilmeye çalışılıyoruz. Ama kâr etmedi, etmiyor.
Argümanın hatrına 'Kürtler ve dindarlar' diye ayrılarak özetlenen iki dinamiğin, son on yıldaki, çevreden merkeze, suskunluktan siyasete yürüyüşü sayesinde provokasyonlar boşa çıkarılıyor. Dün birisi Kazlıçeşme'de diğeri Yenikapı'da meydanlara akın eden bu iki kitle, tüm engellemelere rağmen barışı baş üstünde taşıyan ve minnettar olunmayı hak eden iki toplumsal gruba işaret ediyor.
Öcalan'ın Nevruz'da okunan mektubu da, bu bir yıl içerisinde barışa sürülmeye çalışılan çamuru âdeta yıkadı ve barışın balçıkla sıvanamayacağını bir kez daha gösterdi.
'Sevgili Türkiye Halkı'
Mektupta bir kez 'Kürdistan', üç kez 'Türkiye' diyen Öcalan, ülke bütünlüğüne dair birleştirici bir üslubu benimsemişti. Seslendiği muhatabın adını iki kez 'Sevgili Türkiye halkı' olarak koyması da, aslında sadece BDP kitlesini değil, barışa omuz verecek, eline taşın altına samimiyetle koyabilecek herkesi içermeye çalıştığını gösteriyordu:
'Yüreğinde barışa bir yer açan, sesimize kulak veren herkesi, tüm Türkiye'yi asırların dayanışma ruhuyla bir olmaya çağırıyorum.'
Darbe mi, demokrasi mi?
'Önümüzde en yakıcı bir şekilde cevap bekleyen şey, birbirini tekrarlayan darbelerle mi yoksa tam ve radikal bir demokrasiyle mi yola devam edeceğimiz sorusudur.'
Kürt meselesinin barışçıl çözümü noktasında adım atmaya sıcak bakan veya atmaya teşebbüs eden Özal, Erbakan ve Ecevit gibi siyasîlerin nasıl alaşağı edildiği hatırlanırsa, Öcalan'ın 'birbirini tekrarlayan darbeler'den kastı daha net anlaşılır sanırım.
Takip eden cümle de, kendisinin 17 Aralık sürecine ilişkin de 'Bu darbe ateşine benzin taşımayacağız' uyarısı bağlamında düşünüldüğünde ayrıca anlam kazanıyor. Ve iki uyarıda bulunuyor. Önce hükümete hatırlatıyor:
'Tarih bize göstermiştir ki eğer kararlı bir barış önderliği sergilenmezse tarihsel sorunlar bildiğini okur ve genellikle çok kayıplı dönüşümlerle cevaplarını üretirler.'
Ardından Kürt siyasî hareketinin, bu komplolara alet olmamak noktasında tarihi bir sorumluluğu olduğunun altını çiziyor:
'Türlü biçimlere bürünerek karşımıza çıkan uluslarası komplolara karşı yeterli dikkati göstermek tarihsel sorumluluğumuzdur.'
Diyalogdan yasal çözüme
Öcalan, bu Nevruz'da gelinen noktayı, diyalogdan yasal müzakere zeminine geçiş için bir başlangıç olarak tanımlıyor:
'Şu ana kadar yürütülen bir diyaloğ süreciydi ve önemliydi. Bu süreçte iki taraf da birbirlerinin iyi niyetini, gerçekçiliğini, yeterliliğini test etmiştir. Bu testten hükümetin ağırdan alma, tek taraflı yürütme, yasal temelden kaçınma ve uzatma tutumuna rağmen iki taraf da barış arayışından kararlılıkla çıkmıştır. Gelgelelim diyaloğ süreçleri önemli olmakla birlikte bir bağlayıcılık içermezler. Bundan dolayı da kalıcı bir barış için yeterli güvence oluşturamazlar.'
Öcalan'ın, hükümete yönelik olağan ve kısmen haklı bulduğum eleştirileri dikkate alınmalı. Ancak en az bunun kadar önemli olan mesaj, iki tarafın da kararlı olduğuna yapılan vurgu olsa gerek. Bu vurgu, hükümetin muhatap olmadığı, meşruiyetini yitirdiği, barışın 'bu kafayla' yapılamayacağı, Erdoğan'sız barış olacağı, vb. şu bir yılda dinlediğimiz ne kadar saçmalık varsa hepsinin üstünü çiziyordu.
Abdullah Öcalan, hükümetten talebini ise 'Gelinen noktada müzakere sistematiği için yasal bir çerçeve kaçınılmaz olmuştur' diyerek özetliyor. Ki, Başbakan'ın 'Oslo'nun intikamı' olarak da tanımladığı 17 Aralık darbesine direnen siyasî iradenin bu kaçınılmaz adımı atmaya doğru tedricen ilerlediği bir gerçek.
'Barıştan korkmayın'
Kürtler, hem Türk olmamak hem de dindar olmak gibi çifte bir 'açmaz' içinde oldukları için cumhuriyet kurulduğundan beri devletin zulmünden en çok çekmiş olan toplumsal gruptur. Dolayısıyla, yaşadıklarından ötürü devletle mesafesi daha açılmış olan Kürtlerin devlete kuşkuyla yaklaşması doğaldır. Öcalan da bu yüzden barışın korkulacak değil, bilakis cesaret edilecek bir kazanım olduğundan bahisle şöyle diyor:
'Barış savaştan daha zordur ama her savaşın da mutlaka bir barışı vardır. Biz direnirken korkmadık, barışırken de korkmayacağız. Bizim direnişimiz, kardeş halklara karşı değil, hegemonik karakterli, yok sayan, imha eden, inkar eden zulüm düzenine karşı olmuştur.'
Artık yok sayan, imha eden, inkâr eden bir zulüm düzeninin de geçerli olmadığını tasdik eden bu sözlerle barış iradesinin en az geçen seneki kadar güçlü olduğunu belirtiyor.
Newroz pîroz be!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.