Seçim yaklaşırken “baraj” konusu da kızışmaya başladı. En son, TÜSİAD da yüzde onun düşürülmesini istemiş. Bakalım, ne olacak, Anayasa Mahkemesi nasıl bir karara varacak. Onların kararından önce, AKP Anayasa Mahkemesi’ni de “düşmanlar listesi”ne eklemiş olarak, gardını aldı.
Bu yüzde on da bize 13 Eylül’den yadigâr. 12 Eylül generalleri her şeyin “tek” olmasını seviyorlardı. Öyle yetişmiş, öyle görmüşlerdi. Parti, seçim gibi şeyler sözkonusu olduğunda, onun da “tek”inden yanaydılar: “tek parti” olur, “tek başına” seçime girer, karışıklık olmaz, her kafadan bir ses çıkmaz, ne güzel!
Ama dünya aynı fikirde değildi. “Ecnebiler” bu güzel sisteme “diktatörlük” diyorlardı. Dünyayla iyi geçinmek de bazı durumlarda faydalı olabiliyordu. Böyle baskılar altında generaller --bir tür pazarlık sonucunda-- “iki” partiye razı oldular, öyle işleyecek bir sisteme göre birtakım yasalar hazırladılar. Hele “muzır cereyanlar” Meclis’e girmesin diye, yüzde onluk bir barajı uygun buldular. Bunun benzeri dünyada pek yoktu, ama ne gam, burası Türkiye! Dünyada Kenan Evren’in de benzeri pek yoktu zaten.
Barajın benzeri yoktu ama fiilen iki partili sistemler vardı dünyada. Hem de “en demokratik” diye adı çıkmış. Anglo- Sakson Liberal geleneğin sahibi Birleşik Krallık ile Birleşik Devletler’de. Bunlar sistemlerini oturtmak için baraj falan koymamışlardı; tarihin kendiliğinden akışı içinde olay böyle biçimlenmişti. Ama bu da dert değil; bizim buralarda her şey kanunla yürür. Sigaranın sağlığa zararlı olduğu da Bakanlar Kurulu kararıyla tesbit edilmiştir.
Generaller bir “yüksek baraj”la set çektiler, partilerin muzırlaşma eğilimine (bu bir kuraldır: “siyasî parti” yozlaşır); bir de, çıkardıkları yasayla bütün siyasî partilere Atatürkçü üniforma giydirerek tedbir aldılar.
Gene de, yanıldılar. Bir kere, “parti” denen bu nesneden iki tane olunca, her sefer, generallerin sevmediği kazanıyor seçimi. Onun için, baştan, ikiyi kabul etmek hata!
Bu keresinde de böyle oldu. Siviller işe karışınca, generallerin güzelim sistemi de bozulmaya başladı.
Başladı mı? Evet, “başladı” denebilir, ama çok da ilerilere gitmedi. Generallerin Anayasa’sı, orası burası zedelenmiş falan, ama, sonuçta o anayasa, işte hâlâ duruyor. Ağzını açan “Bu baraj fazla” dedi; ama baraj da duruyor.
Çünkü generallerin mola aldığı devrelerde sahaya çıkıp oynayan “sivil siyaset adamları” da generallerden öyle çok farklı zihniyete sahip insanlar olmuyor. Bu gibi sistemler de işlerine geliyor.
Böylece bugünlere geldik.
İktidarda AKP; 12 yıldan beri.
AKP, 12 Eylül’ü başarmış ideolojinin en fazla “ağzı laf yapan” muhalifiydi. Öyle olmak, partinin “alâmet-i farika”sıydı. Gel gör ki, 12 Eylül kurumlarıyla (YÖK gibi) ya da onu da içeren ideolojinin kurumlarıyla (örneğin, Diyanet İşleri) uzun boylu anlaşmazlığı, çatışması olmadı. Bu arada, yüzde on barajından ötürü de bir sıkıntı duymadığı anlaşılıyor. “Baraj düşürülsün” diyenlere “darbe yapıyorsun” diye saldırmaları, sıkıntı duymadığı gibi, barajın varlığından düpedüz memnun olduklarını da gösteriyor.
Normal, çünkü AKP’nin de kendine göre bir “tek-parti ideali” var: yani, kendisinin o “tek-parti” olması ideali. Bu ülkede “monist” olmayan bir siyasî çizgi, gelenek, kültür yok ki AKP “pluralist” olsun.
Evet, AKP’nin adına hareket ettiği ideoloji, 12 Eylül’ü yapanların adına hareket ettiği ideolojinin birçok bakımdan karşıtı olan bir içeriğe sahiptir. Ama ikisinin de paylaştığı çok şey vardır. En başta, zihinde tasarlanmış bir “ideal Türkiye” modelinin “ideal yurttaşları”nı yetiştirme ve şekillendirme “ideal”i. “Yavru yurttaş”, yumruğunu kalbine bastırmış, gözlerini yummuş, damarlarını şişirerek bağırıyor... Bu, ortak tasavvur. Ama birine göre “Türk’üm, doğruyum...” diye bağırıyor, öbürüne göre “Amentü billahi...” diye.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.