Dünün en flaş haberi, Diyarbakır'daki KCK davasında tutuklu yargılanan ve tahliye talebinde bulunan BDP'li milletvekillerinin tutukluluklarının devamı kararının alınmasıydı. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, BDP'li vekiller Gülser Yıldırım ve İbrahim Ayhan'ın; 6. Ağır Ceza Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi'nin Mustafa Balbay'a verdiği tahliyenin bireysel başvuruda bulunduğu gerekçesiyle sadece Balbay'ı bağladığını belirterek üç milletvekilinin; Selma Irmak'ın, Faysal Sarıyıldız'ın ve Kemal Aktaş'ın tahliye taleplerini reddetti. Üstelik savcılar, her iki mahkemeye de tahliye görüşü bildirmişken...
Kararın ardından yapılan yorumların ilki, bu durumun hükümetin açılım politikasıyla örtüşmediği ve ayrımcılık hissi yaratacağıydı ki, hiç de yanlış sayılmaz doğrusu. İşin hukuki tarafı, yani Anayasa Mahkemesi'nin kararının emsal teşkil edip etmeyeceği ise ayrı bir tartışma konusu.
Balbay'ın da, BDP'li tutuklu vekillerin de farklı suçlamalarla içeride olmalarına rağmen, sonuç itibariyle birer milletvekili oldukları ve uzun tutukluluk süresinden muzdarip oldukları ortada. Yani, şartları itibariyle neredeyse eşitler. Tek fark Balbay'ın 34 yıl ceza almasına rağmen tahliye olmasına rağmen, KCK'dan tutuklu olan vekillerin herhangi bir mahkumiyet kararının olmamasıydı. Bir de, Ergenekon-KCK farklılığı var tabii...
Bu durumda aklına gelen; 'Ergenekon üyelerini tahliye edip, KCK'lıları etmemek hükümete yönelik bir mesaj mı?' sorusu, elbette hiç de komplocu olmayan birinin zihninde bile realite kazanıyor, hem de cevap bekler hale geliyor. Zira cemaatle hükümet arasındaki mücadelenin 7 Şubat'taki Hakan Fidan girişiminde de açığa çıktığı ve sonrasında da devam ettirildiği gibi KCK üzerinden sürdürüldüğü artık gün gibi ortada. Zaten, bavulcuların sosyal medyada sürekli KCK-PKK üzerinden açılım karşıtı yorumlar yapması, hatta Yasin Aktay'ın yaptığı 'Türklük' tanımı üzerinden linç girişimine uğraması bile hükümetin açılım politikasından duyulan rahatsızlıktan başka bir gerekçeyle açıklanamıyor.
Karara dönersek, doğrusu, şartların hemen aynı olması bir yana, hüküm giymemiş KCK'lıların, hüküm giymiş Ergenekonculardan daha tehlikeli olduğu iddia edilebilir mi, edilse de bu iddia ne derece ciddiye alınabilir olur, bilmiyorum. Balbay için yeri göğü inleten bazı medya mensupları sözkonusu KCK olduğu için yine ıslık çalarak olay yerinden uzaklaşacaklardır elbette ama Balbay'a verilen tahliye kararı ne kadar haksa, tahliye O'ndan belki daha çok BDP'li vekillerin hakkıdır. Zira hem hüküm giymemiş olmak gibi bir faktör sözkonusu, hem de 'artık kanın akmadığı, görece huzurun tesis edildiği ve bunu sağlamak için büyük çabaların sarfedildiği' bir atmosfer mevcut. Dolayısıyla tahliye 'elzem'di.
Ama işte, öyle olmadı. Olmadığı gibi, büyük ihtimalle bu kararın faturası da yine hükümete kesilecek. Cemaat-hükümet gerilimi olarak ortaya çıkan sözkonusu tatsızlıkta, 'yandaş' denilerek sözleri değersizleştirilmeye çalışılsa da bazı yazarların/kanaat önderlerinin 'adil olan, iktidarın meşru hükümetin uhdesinde olmasıdır' deyişinin sebebi de tam buydu. Zira, seçilmiş olmak ve iktidarı meşru şekilde kullanabilme yetkisi ve hakkına sahip olmak; hesap verme zorunluluğunu da beraberinde getirir, aynı zamanda o seçim mıntıkasında olan biten her şeyin –bilgisi-desteği-kararı olsun ya da olmasın- seçilmişin hesabına yazılmasını sağlar. Türkiye, yıllarca uluslararası arenada tutuklu gazeteciler, uzun tutukluluk süreleri ve iddianamenin hazırlanması, mahkeme süreçlerindeki bazı nahoşluklar nedeniyle açıklama yapmak, imajını toparlamaya çalışmak zorunda kaldı. Başbakan ve çevresindekiler, dönem dönem uzun tutukluluk süreleri ve özünde doğru bir dava olmasına rağmen, davanın haklılığına zarar verme noktasına gelmiş hukuki uygulamalar hakkında olumsuz görüş bildiren açıklamalar yaptılar, ancak bu durumu değiştirmedi. Türkiye'deki hukuki her tökezleme Başbakan'ın imaj hanesinde bir çiziğe sebep oldu. Yine öyle olacak.
Üstelik bu mahkeme kararı sadece yargının parçalanmışlığı hakkında hepimize bir fikir vermiyor, Kürtler'e yönelik bir yargı ayrımcılığı olduğuna, çatışmanın hukuk kararları üzerinden devam ettirildiğine ve Ergenekon tahliyelerinin hükümete mesaj anlamına gelebileceğine yönelik düşüncelere de kapı aralıyor. Dileyelim de öyle olmasın, çünkü neresinden baksanız bu korkunç bir durum olurdu; Türkiye'deki her türlü yanlışlığın ve adaletsizliğin hesabının kesildiği adresin hükümet olması bir yana, belirli meslek gruplarındaki insanların bağlı bulundukları grup çıkarlarını, asli görevlerine öncelediği görüntüsünü ortaya çıkarırdı ki, böyle bir ihtimali düşünmek bile ürpertici.
Sonuç; meşruiyet, kullandığı iktidardan ötürü eylediklerini, uluslararası arenada ve daha önemlisi iktidarı kendisine geçici süreliğine teslim etmiş olan halka açıklama yükümlülüğü taşıyanındır. Gerisi Gayretullah'a dokunacak olandır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.