Sabah, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer aradı.
“Manşetinizden çok rencide oldum” dedi, “sizi temin ederim ki Milli Güvenlik Kurulu’nda bu yeni eğitim sistemiyle ilgili tek kelime konuşulmadı.”
“Ne konuşuldu peki, niye üyesi olmadığınız Milli Güvenlik Kurulu’na katıldınız?”
“Güneydoğu’da asayiş sorunlarının eğitimi aksatmaması konusu konuşuldu... Güneydoğu konusunun konuşulması da daha önceden kararlaştırılmıştı.”
Tabii, herkesin aklına gelecek olan soru benim de aklıma geldi.
“Peki, neden tam da Milli Güvenlik Kurulu’nun toplandığı ve sizin de toplantıya katıldığınız gün sistemde değişiklik yapma kararınızı Meclis’e bildirdiniz? Bu iki olayın birarada gerçekleşmesinin nasıl görüneceğini düşünmemiş olamazsınız.”
“Aynı güne rastladı çünkü Başbakanımız sağlık nedenleriyle epeydir Ankara’dan uzaktı, kendisiyle bu konuyu yüz yüze konuşma imkânımız olmamıştı, Başbakanımızla ancak Milli Güvenlik Kurulu’nun toplandığı gün yüz yüze konuşabildik bu konuyu.”
Bakan Dinçer’in bu sözleri, “değişikliğin” Başbakan’la Bakan arasındaki görüşmede belirlendiğini ortaya koyuyordu.
Başbakanla Bakan’dan biri, diğerini bu “değişikliğin” gerekli olduğuna ikna etmişti.
“Hanginiz hanginizi değiştirme konusunda ikna etti, Başbakan mı sizi, siz mi Başbakan’ı?”
“Ben Başbakan’ı,” dedi Dinçer kısa bir duraklamadan sonra.
Hemen arkasından da “bu yeni sistem önerisinin nasıl geliştiğini” anlattı.
“Biliyorsunuz bu bir tasarı, AKP’nin Meclis grubu tarafından önerildi, ben milletvekili arkadaşlarla görüşmeleri için uzmanlarımı gönderdim ama bir yanlış anlaşılma olmuş onlar görüşürlerken, onun için o yanlışlığın düzeltilmesi gerekiyordu.”
“Yanlışlığın” ne olduğunu da teknik terimlerle anlattı, “Arkadaşlar mesleki tercihle, yönlendirme kavramları konusunda bir hata yapmışlar”.
Doğrusu ya “mesleki tercihle, yönlendirme” arasındaki farkı sormaya cesaretim yetmedi, hiç anlamadığım teknik bir konunun içinde yolumu kaybetmekten korktum.
Onun yerine başka bir soru sordum.
“Peki, Meclis’teki arkadaşlarınızın acelesi neydi de bu tasarıyı bütün yanlışlıklardan arındıracak şekilde olgunlaştırmadan Meclis’e sundular.”
Gene kısa bir duraklama oldu.
“Tabii onu o arkadaşlarımıza sormanız gerekir.”
Sonra bu yeni sistemi savundu Bakan.
“Bakın ben 12 yıllık bir zorunlu eğitim getiriyorum, 12 yıllık zorunlu eğitimi bir esnekliği olmadan, kesintisiz uygulayan hiçbir ülke yok. Eğer 12 yılı kesintisiz okutursanız, böyle bir katılık benimserseniz, çocuk bu 12 yıllık eğitimin hiçbir döneminde fikir değiştiremez, branşını değiştiremez. Başta verdiği karara sonuna kadar mahkûm kalır. Ama bu 4+4+4 sisteminde çocuk istediğinde branşını değiştirebilecek. Dünyada da uygulamalar böyledir zaten. Ayrıca kız öğrencilerin okula devamı için hep uğraştık, bundan sonra da bundan vazgeçmeyiz.”
“İmam-hatiplerin orta kısmının açılması da bu yeni sistemle mümkün oluyor değil mi?”
“Tabii o da mümkün oluyor.”
Sonra biraz daha eğitimden, yeryüzündeki gelişmelerden, “esnek bir eğitim” sisteminin gerekliliğinden konuştuk, kapatmadan önce Bakan bir kez daha “O manşetinizden çok rencide oldum” dedi.
Ben de, “Onu düzeltiriz, ben bu söylediklerinizi aynen yazarım” dedim.
Hem yazdım, hem de manşete “değişikliği Dinçer’in yaptığını” koyduk.
Bakan’ın söylediklerinden, bu değişikliğin generallerin emirleriyle olmadığı anlaşılıyor.
Ama başka şeyler de anlaşılıyor.
Meclis grubu, “bir yanlış anlaşılma” sonucu da olsa “ilk dört yılın sonunda öğrencilerin açık öğretimle devam etmesi” konusunda direnmiş, bu direnç ancak Başbakan’ın devreye girmesiyle aşılmış.
Niye direndiklerini Bakan’a sormadım çünkü onlar adına bir cevap veremeyecekti.
Ama “o grubun” istediği “imam-hatiplerin orta kısmının açılmasıysa” bu, yeni değişiklikle de gerçekleşiyor.
Açık öğretimin ilk dört yıldan sonra başlamasıyla “imam-hatipler” arasında bir bağ yok, bu amaçla direnmeleri anlamsız, geriye bir tek “kız öğrenciler” iddiası kalıyor.
Sanırım, İbrahim Betil’den Halil Berktay’a, Berktay’dan Üstün Ergüder’e kadar bu konuda beni pataklayanlar da, TÜSİAD da, Güler Sabancı da “kız öğrenciler” endişesinde haklılar.
Anlayabildiğim kadarıyla AKP’nin içinde “eğitim” deyince sadece “imam-hatipleri ve kız öğrencileri” düşünen, kafası bin yıl öncede kalmış, bugünkü nesillerin gelecek yıllarda dünyadaki diğer gençlerle nasıl rekabet edeceğini hiç düşünmeyen birileri var.
Ama ortadaki bütün bu gerçeğe rağmen ben eğitimin artık “kız öğrenciler” parantezinden kurtarılarak tartışılmasından yanayım, bir grup “takıntılı” parlamenterin Ortaçağ’da gezinen zihniyetine esir olarak eğitim gündemini belirlememeliyiz, bu ülkede eğitim sisteminin değişmesi gerekiyor, bunu da cesaretle gerçekleştirmeliyiz.
Ben, Bakan Dinçer’in “çağdaş ve özgür” çocuklar yetiştirmek konusundaki samimiyetine inandım, MGK’nın toplandığı bir günde adını lekelemek pahasına çırpınması da bence iyi niyetinin açık bir kanıtı, başbakanın da böyle bir çabaya hemen destek vermesi çok olumlu.
Bu eğitim sistemi değişmeli.
Değişim isteyen herkes nasıl bir eğitim istediğini ortaya koysun.
“İdeolojileri” çarpıştırmadan çocukları geleceğe taşıyacak bir yol bulalım.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.