Irak Başbakanı Maliki’ye bağlı ve O’nun emri ile oluşturulan Dicle Operasyon Birlikleri’nin “güvenliğini sağlamak amacıyla” Bağdat ve Hewlêr arasında çözüm bekleyen sorunların başında gelen “140. Madde Bölgesi”ne sevkedilmesi, iki merkez arasındaki gerginliği artırdı. Basına da yansıdığı gibi Dicle Operasyon Birlikleri ile Peşmerge Güçleri Kürdistan’ın Güney sınırını belirleyen Hemrin Dağı eteklerinde mevzilenmiş bulunuyorlar.
Kuşkusuz, Dicle Operasyon Birlikleri’nin neden olduğu gerginlik, Bağdat-Hewlêr arasında yaşanan ilk gerginlik değil.
Bağdat, emperyalistlerin, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu’daki sınırları çıkarları doğrultusunda cetvel ile çizerlerken kurulan Irak devletinin başkenti. Hewlêr ise Kürd tarihinde önemli bir yere sahip olan bir kent. Özellikle yakın dönemde, önemli gelişmelerin yaşandığı Güney Kürdistan’ın, Kürdistan Parlamentosu’nda kabul edilen Anayasası’na göre “geçici başkenti.”
Bağdat, Saddam rejiminin yıkılmasına, 2005 yılında yeni Irak Anayasası kabul edilene kadar Kürdler için sömürgeciliğin, işgalin, ulusal baskı, zulüm ve Enfallerin sembolüydü, sömürgeci politikaların oluşturulduğu, katliam planlarının yapıldığı yer idi. Bu nedenle son yıllara kadar “Bağdat-Hewlêr gerginliği, çatışması” ya da “savaşı”, ulusal haklarını talep eden, bu uğurda silahlı mücadele de yürüten Kürd halkı ile sömürgeci politikaların devamında ısrarlı olan Irak devleti arasındaki ilişkilerin bir başka ifadesiydi. Bugün Bağdat-Hewlêr arasında böylesi bir ilişkiden bahsedilmez ve yaşanan güncel gerginlik ise 2005 yılı öncesi gerginlikle aynı değil.
Aynı değil, çünkü yeni Anayasa ile Güneyli Kürdler Irak sınırları içinde sadece kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olmakla kalmadılar, aynı zamanda bu ülkenin idaresi ve geleceği konusunda da söz ve karar sahibi haline geldiler. Ama Bağdat-Hewlêr gerginliği, içeriği ve biçimi değişerek devamedegeldi.
Başta yeni Anayasa’nın 140. Maddesi olmak üzere, Gaz ve Petrol Yasası, Peşmerge ve bütçe sorunu, Kerkük, Xaneqin, Mendeli, Şıngar, vb. Kürdistan Bölgesi dışında kalan Kürt illerinde güvenliğin sağlanması gibi önemli sorunlar, Bağdat ile Hewlêr arasında, bazan sertleşen gerginliklerin yaşanmasına neden oldular. İki merkez arasında yaşanan gerginlikler, taraflar arasında gerçekleştirilen görüşmeler veya taraflardan birinin geri adım atması sonucu şu ana kadar çatışmalara dönüşmedi. Ama sorunlar kökten çözülmediler, çözülmedikleri için de dış müdahalelere açık hale geldiler.
Güney Kürdistan Siyasi Önderliği, Bölge Başkanı vasıtasıyla bu ve benzeri sorunların Anayasa ve yasalar uyarınca çözülmesi gerektiğini; Kürdlerin Irak’ın birliği içinde kalmalarının Anayasa’nın eksiksiz uygulanmasına bağlı olduğunu sık sık dile getirdi. Bölge Başkanı Sayın Mesud Barzani, her fırsatta Araplar arasında bazan çok şiddetli bir hal alan Sünni-Şii gerginliğinde taraf olmadıklarını, demokrasi ve değişim cephesinden yana taraf olduklarını yineledi.
Kürdistan Bölge Başkanlığı, ülke ve bölge gerçeklerine uygun, bu sorumlu tavrını, Güney Kürdistan sınırına dayanan Dicle Operasyon Birlikleri’nin yol açtığı son gerginlikte de gösteriyor.
Irak Başbakanı Maliki’nin, Bölge Başkanı Mesud Barzani’nin girişimiyle gerçekleşen toplantıda, toplantıya katılan siyasi guruplarca imzalanan Hewlêr Anlaşması’na uymamaması, iç güvenlik kuvvetlerini, istihbarat ve Merkez Bankası gibi temel kurumları kendisine bağlayarak diktatörlüğe yönelmesi, Cumhurbaşkanı Sayın Talabani ve bir Kürdün komutasında olan Silahlı Güçler Genel Karargahı’nı devre dışı bırakarak Dicle Operasyon Birliklerini oluşturması, son gerginliğin nedenleri arasında bulunuyorlar. Bağdat-Hewlêr gerginliğinin sözkonusu görünür nedenlerinin yanısıra bölgedeki siyasi olaylardan kaynaklanan önemli başka nedenleri de var. Ki bunların başında Suriye’de yaşanan iç savaş geliyor.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı etkisi altına alan “Arap Baharı”nın estirdiği rüzgar, Suriye’ye fırtına olarak yansıdı, giderek bölgesel ve uluslararası güçlerin de doğrudan taraf haline geldikleri iç savaş halini aldı.
Suriye’de savaşan taraflar sadece BAAS rejimi ile her renk ve boydan muhalifleri değil. Savaş, esasen bölgede hakimiyet kurma mücadelesine girişen Şii-Sünni cepheleri ve onların uluslararası dektekçileri arasında yaşanıyor.
Şii-Sünni ayrılığı, İslam dünyasında yaşanan siyasal iktidar mücadelesinden bağımsız değil ve O’nun kadar eski. Bu ayrılık İran’da Şahınşahi rejiminin yıkılması, Humeyni ve çevresinin iktidarı ele geçirmesiyle yeni bir aşamaya girdi ve o günden bu yana Ortadoğu’da yaşanan her siyasi gerginlikte bu ayrılığın izlerine rastlamak mümkün.
İran, Suriye, Lübnan Hızbullahı ekseninde oluşan Şii cephesine son olarak Maliki ve çevresi de katıldı. “Şii-Kürd ittifakını” savunan PKK ise bu cephenın destekçileri arasında bulunuyor. Sünni cephesi ise esas olarak Suudi Arabistan, başta Katar olmak üzere Körfez ülkeri ve Türkiye’den oluşuyor.
Bu konuda bazı önemli noktaları gözününde bulundurmak, bölgedeki gelişmeleri değerlendirmeye yardım eder.
Her şeyden önce sözkonusu cepheleri karşılıklı olarak mevzilenmiş ve savaşmak için küçücük bir kıvılcım bekleyen güçler olarak görmemek gerekir. Genel olarak bölgeye hakim olma mücadelesi yürüten cephelerin bazan işbirliği yaptıkları, örneğin Kürd hareketinin bastırılması için sık sık biraraya gelerek, ortak programlar hazırlayıp hayata geçirdikleri, Filistin konusunda İsrail karşıtı ortak bir tavır sergiledikleri biliniyor.
Her iki cephe de emperyalistler ve bölge gericiliğin çıkarları doğrultusunda oluşturulan siyasi statünün devamından yanalar ve bölgede sınırların değişmesine karşılar.
Her iki eksende yer alanlar tüm konularda aynı düşünmüyorlar. Siyasi gelişmeler karşısında bazan ayrı tavır gösterdikleri gibi, kendi aralarında da sorunları bulunuyor.
Son yaşanan Bağdat-Hewlêr gerginliği de, bu iki cephe arasında Suriye’de yaşanan çatışmadan bağımsız değil.
Biliniyor, İran İslam Cumhuriyeti tüm gücü ile BAAS rejimini destekliyor. Çünkü BAAS rejiminin yıkılmasıyla birlikte çanların kendisi için daha güçlü çalmaya başlayacağını biliyor ve bu nedenle de ön cephesini Suriye’de kuruyor. Esad rejimine askeri, siyasi ve ekonomik destek sunmakla kalmıyor, Suriye muhalefetini destekleyen ülkelerde sorunlar yaratıyor, tehditler savurmaktan geri kalmıyor.
Kürdistan Bölge Başkanlığı, Suriye’de halkının demokratik talepleri ile BAAS rejimine karşı başlattığı hareketi desteklediğini ilk açıklayanlar arasında bulunuyor. Buna karşılık Şiilerin ağırlıkta olduğu merkezi hükümet, daha düne kadar kanlı bıçaklı olduğu Suriye BAAS rejimi destekliyor.
Kürdistan Bölge Başkanlığı desteğini açıklamakla kalmadı, aynı zamanda başlattığı bir girişimle, rolünü gerektiği gibi oynaması için, Suriye muhalefetinin önemli ve etkili bir kesimini oluşturan Kürdlerin birliğini sağladı.
(Bu yazının temel konusu Bağdat-Hewlêr gerginliğidir. Bir başka yazının konusu olsa da, özellikle Kürd kamuoyunun bilmesi gereken ve Suriye Kürd muhalefetinin durumunu özce ortaya koyan bir kaç şey söylemek zorunlu. Kısmen basına da yansıdığı gibi, ne yazık ki Suriye Kürd muhalefeti Bölge Başkanı Mesud Barzani’nın girişimleri sonucu imzaladığı Hewlêr Anlaşması’nı hayata geçirmede, birliği gerçekleştirme sürecindeki başarısını tekrarlayamadı. Anlaşma maddelerinin hayata geçirilmesi geciktikçe, Kürd muhalefeti birliğini koruma noktasında ciddi sorunlarla yüz yüze kalıyor, Güney Kürdistan Bölgesi ile olan ilişkilerinde sıkıntılar yaşanıyor. Kürd muhalefetinin bu durumu, Suriye genel muhalefetiyle ilişkilerinde de problemlere yol açmakla birlikte, Kürdlerin Suriye genelinde yanlızlaşması riskini de taşıyor.)
Hiç kuşku yok ki Kürdistan Bölge Başkanlığı’nın bu ve benzeri çaba ve tavırları, başta BAAS diktatörlüğü ve İran olmak üzere BAAS’ın destekçilerini de rahatsız etti; ediyor.
Saddam rejiminin yıkılmasından ve özellikle de ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesinden sonra, İran’ın Irak politikasındaki etkisi giderek arttı. Maliki hükümetinin en büyük destekçisi, Irak Şiileri ile iyi ilişkiler içinde olan İran İslam Cumhuriyeti. İran’ın bu desteği, Maliki’yi Irak’ta hassas dengeler üzerine kurulan ve pamuk ipliğine bağlı siyasi dengeleri bozma pahasına da olsa, diktatörlüğünü kurma ve güçlendirme konusunda cesaretlendiriyor.
Sadece İran’ın değil, Suriye’ye yönelik politikası nedeniyle Rusya ve Çin’ın de desteğini arkasında hisseden Maliki ve çevresi, Arap şoven ve milliyetçilerinin duygularına seslenmekten geri kalmıyor. Sünni Arap milliyetçilerin desteğini almak için, “Kerkük Arap kentidir” diyor, kürdistan Bölgesi’nin Irak’ın birliği için tehlike oluşturduğu propagandasını yapıyor.
İran’ın yaptıkları sadece Maliki’yi desteklemekle sınırlı değil. Bir dönem “mazlumların kurtuluşu için devrim ihracı”nı dış politikasının temeli haline getiren İran, bu anlayışının gereği olarak komşu ülkelerde, özellikle de Şiilerin yoğun olarak yaşadığı ülkelerde “iyi komşuluk ilişkileri” ile uyuşmayan işler yapma konusunda deney sahibi olan bir devlettir.
Son Bağdat-Hewlêr gerginliğinin başlangıcında, Güneyli bazı yurtsever güçlerin sözkonusu gerginliği Barzani-Maliki gerginliği olarak nitelendirmelerinde, Kürdistan Bölge Başkanlığı’nın ortak politika oluşturmak amacıyla başlattığı girişimlerden uzak durmalarında da, İran İslam Cumhuriyeti’nin Güneyli örgütlerle olan ilişkisinin payı büyüktür. Sözkonusu tavırlarıyla başlangıçta Güney Kürdistan karşıtlarının gönlünü hoş eden yurtsever güçler, Bağdat-Hewlêr gerginliğinin tehlikeli bir hal almaya başlamasıyla birlikte dostların gönlünü hoş eden tavırlar sergilemeye başladılar. Ki, kuşkusuz bu, Güney’deki ulusal ve demokratik kazanımların korunması açısından önemli bir adımdır ve Güney’de bazı sorunları kaşıyarak iç huzursuzluklar çıkartmak isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakacaktır.
Özcesi, Maliki ve çevresinin Kürdistan Bölgesi’ne yönelik saldırgan tavrı, Dicle Operasyon Birlikleri’ni Kürdistan’a doğru yola çıkartarak gerginlik yaratması İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgeye yönelik politikasından bağımsız değil.
Nükleer programı nedeniyle uygulanan ambargonun yol açtığı ekonomik sorunlarla boğuşan İran, bu ve benzeri politikalarıyla Irak’ın Suriye’nin sorunsuz arka bahcesi haline gelmesini, Suriye BAAS rejiminin yıkılması halinde ön cephesini Irak’ta kurmayı ve böylelikle bölgesel diktatörlükleri önüne katarak silip süpüren değişim sürecinde, sıranın kendisine gelmesini geciktirmeyi amaçlıyor.
Türkiye de, Suriye’ye yönelik politikasının etkisiyle Bağdat-Hewlêr gerginliğinde giderek bir taraf haline geliyor.
Sünni Cephesi’nin liderliğine soyunan, bazı söylemleri ile “Yeni Osmanlıcılık” çağrışımları yaratan Türkiye, zaman geçtikçe iyi ilişkiler içinde olduğu İran, Suriye ve Maliki yönetimindeki Irak’tan uzaklaştı ve Güney Kürdistan ile yakınlaşma içine girdi. Öyle ki Erdoğan bir günde yaklaşık 42 adet anlaşma imzaladığı Maliki ve “ailece de görüştüğü” Beşar Esad ile kanlı bıçaklı hale geldi. Güney Kürdistan-Türkiye ilişkilerinin gelişmesini içine sindiremeyen Maliki ise, Türkiye’yi iç işlerine müdahale etmekle suçluyor, Türkiye ise Maliki’yi diktatörlük peşinde koşmakla...
İran ise askeri ve siyasi yetkililerinin ağzından, Suriye politikası, Patriot füzeleri ve Malatya’da konuşlandırılan füze kalkanı nedeniyle Türkiye’ye tehditler savunuyor, “Devrimci Halk Savaşı Stratejisi”ni hayata geçirmesi için Suriye ile birlikte PKK’ye her türlü desteğini sunuyor...
Görüldüğü gibi, Bağdat-Hewlêr gerginliği sadece Irak Merkezi Hükümeti ile Kürdistan Bölgesi arasında yaşanan bir gerginlikten öte bir yapıya sahip. Gerginliğin bölgesel ve uluslararası boyutu var ve ne yazık ki Şii-Sünni gerginliğine dönme potansiyelini de içinde barındırıyor.
Oysa her iki eksenden birinin yanında yer almak Kürdlerin çıkarına değil. Çünkü hem Şii hem de Sünni cephesi bölgedeki statünün devamından yana. Daha önemlisi kendi içinde belirli bir dini gurubun hakimiyeti altında şekillenen sözkonusu eksenler, yapıları gereği çok renkli ve sesli bir toplum anlayışından uzaklar. Ki böylesi anlayışlardan birinin yanında yer almak, din ve mezhep açısından bölgenin en renkli yapısına sahip olan Kürd halkının geleceği için büyük tehlikeler içermektedir.
Kürdler iki cepheden birisini seçmemeli ya da yanında yer almamalılar. Kürdlerin yeri “demokrasi ve değişim cephesi”dir. Yelkenlerimizi bölgede esen değişim rüzgarları ile doldurmalı, akıntıya karşı değil, akıntı yönünde yüzmeliyiz. Bu amaçla bölgede statüyü değiştirmeye aday süreçlerin bir parçası olmalıyız. Toptancı, bütünlüklü bir politika yerine, gelişmelere göre ve ulusal çıkarları gözeterek tavır almalı, tavır alışlarda şu ya da bu güçle yanyana düşmekten de korkmamalıyız.
Kürdlerin bölgeyi etkisi altına alan ve alt üst olmasına yol açan değişim sürecindeki en büyük silahı davalarında haklı olmalarıdır. Haklı davamızı haksız duruma düşürecek davranış, eylem, söylemlerden uzak durmalı, çağdaş değerleri ön plana çıkararak dönemin şartlarına uygun mücade biçimlerine başvurmalıyız.
Bir de bir kaç gün önce Hewlêr’de gerçekleştirilen Kürdistan Gaz ve Petrol Konferansı’nda bir kez daha dile getirilen bakir petrol ve doğal gaz yataklarının bize sağladığı silahı iyi kullanmalıyız.
Deng dergisinin 89. sayısından alınmıştır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.