“Çocuklarını tanımayan, onların yüreklerinde ne fırtınalar koptuğunu, zihinlerinde ne tasalar olduğunu kavrayamayan babalarla dolu bu toplum... Varlıkları sadece birer kelimeden ibaret, evlatları tarafından sevilmemenin ne korkunç bir eksiklik olduğunu anlamayan kâğıttan pederler var bu pederşahi diyarında. Elbette istisnalar da çok. Ama ortalamaya baktığımızda çıkan tablo düşündürücü. Üstelik belli ki bir zincir var kolay kolay kırılmayan.”
Yeri geldi mi övünürüz. Ne kadar genç ve dinamik bir toplum olduğumuzu anlatırız ballandıra ballandıra. Avrupa yaşlanırken işte biz terütaze duruyoruz karşılarında. Gençlerimizin sayısı az buz değil, 14 milyonu buluyor ne de olsa. Gururlanırız bu durumdan ama doğrusu pek güvenmeyiz gençlere. Kulak vermeyiz dertlerine, endişelerine. Su küçüğün, söz büyüğündür ya. Şimdi sussun, yaşlanınca konuşsunlar. Gençleri dinlemez, onlara kendilerini ifade etmeleri ve geliştirmeleri için platformlar açmaz, fırsat vermeyiz. Hal böyle olunca gençlere yönelik çalışmalar da parmakla gösterilecek kadar azdır. Herkesin yapacak daha mühim, daha acil işleri varken...
Genç Hayat Vakfı’nın büyük bir tutarlılık ve sebatkârlıkla 1218 yaş arası kesim için yaptığı çalışmaları ilgiyle, takdirle izliyorum. Çocuğa Karşı Aile İçi Şiddetin Önlenmesi için başlattıkları proje o kadar önemli ki. Senelerce bu konuda devekuşu misali kafamızı kuma gömdük. Ensest başta olmak üzere her türlü aile içi taciz ve istismarın Batı ülkelerinin sorunu olduğuna, bizim gibi manevi değerleri yüksek toplumları ilgilendirmediğine kendimizi inandırmaya çalıştık. Halbuki hakikat, yok saydığımız hakikat önümüzde durdu, duruyor. Çocuklara ve kadınlara yönelik şiddetin giderilmesinde kat etmemiz gereken uzunca bir yol var önümüzde. Utanç hikâyeleri var dinlememiz, duymamız gereken.
*
Kadın milletvekillerimiz Meclis’te birbirlerinin üzerine yürümek yerine, görmekten bıkıp usandığımız o husumet ve hamaset dolu sahneleri yeniden üretmek yerine, bir araya gelseler, birbirlerini dinleseler, sorunlarımızın çözümü için uğraşmayı deneseler keşke. Çünkü, ister AK Partili olun ister BDP’li, gençlerimizin meseleleri ve aile yapılarımızın kronikleşmiş eksiklikleri hepimizin ortak derdi. Bugün Genç Hayat Vakfı, 12-15 yaş arasında 450 çocukla yola çıkarak aile içi şiddete yönelik kapsamlı bir çalışma yürütmekte. Bu konuda daha fazla bilinçlenmek, hakikatleri öğrenmek, hikâyelerimizi paylaşmak, eski yasaların, uygulamaların ve zihniyetlerin aciliyetle değişmesi için el birliğiyle didinmek... Bir şeyler yapmak. Tekerrüre değil, pozitif bir değişime katkıda bulunmak. Hayıflanmayı, şikâyet etmeyi, böyle gelmiş böyle giderciliği bırakıp çaba göstermek. Karınca kararınca, adım adım. “Çocuk hakları” yeni yeni bir kavram olarak yeşermekte, henüz ne yazık ki insan haklarının kâfi derece olgunlaşmadığı, ifade özgürlüğünün su gibi, ekmek gibi, hava gibi elzem ve yaşamsal olduğunun anlaşılamadığı canım memleketimizde. Vakıf tarafından İstanbul’da farklı semtlerde, değişik sosyal kesimlerden gelen liseli gençlerle bir başka çalışma daha yapılmış. Böylece belki ilk defa elimizde liseli gençlerin ruh hallerine ve açmazlarına dair somut, güncel veriler var. Rakamlara yaslanarak konuşabiliyoruz, uzaktan tahmini senaryolar yazmak yerine.
Ankette dikkatimi çeken bir nokta: Gençlere bir dertleri olduğunda, birine danışmak istediklerinde kime gittikleri soruluyor. Bu soruya “babama” diyenlerin oranı sadece % 4.7. Keza boş vakitlerini kimlerle beraber geçirdikleri sorusuna bilhassa kız çocukların verdikleri cevaplar ilginç. İçlerinde sadece % 0.7’si babalarıyla sohbet edip zaman geçirmekte.
*
Babalar ve kızları... Babalar ve oğulları... Belki kendim de babasız büyüdüğüm için merakla, dikkatle inceliyorum anket sonuçlarını. Türkiye’de gençler babalarından ya kopuk ya da korkarak büyüyorlar. Baba bir sevgi merkezi olmaktan ziyade otorite simgesi. Cam ardında duran bir biblo, istesen dahi dokunamıyor, ulaşamıyorsun. Güçlü ve heybetli zannediyorsun uzaktan bakınca, halbuki o senden sırça, senden kırılgan çıkıyor. Çay bardağında eritemediğin şeker küpü adeta. Çocuklarını tanımayan, onların yüreklerinde ne fırtınalar koptuğunu, zihinlerinde ne tasalar olduğunu kavrayamayan babalarla dolu bu toplum... Varlıkları sadece birer kelimeden ibaret, evlatları tarafından sevilmemenin ne korkunç bir eksiklik olduğunu anlamayan kâğıttan pederler var bu pederşahi diyarında. Elbette istisnalar da çok. Ama ortalamaya baktığımızda çıkan tablo düşündürücü. Üstelik belli ki bir zincir var kolay kolay kırılmayan. Kendileri baba otoritesi altında ezilerek büyüyen gençler ileride beter babalara dönüşüveriyorlar. Ya beter ya gölge. Ya aşırı tahakkümperver ya da varla yok arası, “bir varmış bir yokmuş” hayatlarımızda.
Ne hikmettir ki seneler içinde bu tür babaların çoğu yumuşuyor. Kalp krizi, trafik kazası, beklenmedik bir hastalık, iflas, hayatın envai çeşit sillesi sonrası beter babalardan lokum dedeler çıkıyor. Çocuklarına vermedikleri sevgi ve ilgiyi, hoşgörü ve sabrı torunlarına gösteriyorlar o zaman. Çay bardağındaki şeker küpü nihayet eriyor. O acı tat dağılıyor. Ama bir kuşak için çok geç artık. Onlar babasız büyüyen fertler. Sessizce, kedi gibi, görünmeyen yaralarını yalamak zorundalar, kendi kendilerini iyileştirmek...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.