Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan her vesile ile üç çocuk kampanyasını dile getiriyor. Üç çocuk kampanyası hafife alınacak bir kampanya değil. Ama ben AK Partinin, üç çocuk kampanyasının toplumsal karşılığı konusunda ciddi bir çalışma yaptığından emin değilim.
Biliyorsunuz şu an Türkiye Avrupa ülkeleri içinde en yoğun genç nüfusu barındırıyor. Esasında genç nüfusun azaldığı bir yapıya girmek üzereyiz. 2000–2008 döneminde Türkiye'de 25 yaş altı nüfus 2 milyon 889 bin 467 azalırken, 65 yaş ve üstü nüfus 1 milyon 34 bin 474 arttı.
Bu ne demektir?
Bu AB ülkelerinin şu an maruz kaldığı duruma Türkiye'nin de yirmi otuz yıl içinde maruz kalacağı anlamına geliyor. Biliyorsunuz, Avrupa ülkelerinde genç nüfus azalıyor ve yaşlı nüfus artıyor. Hal böyle olunca devletin sosyal güvenlik politikalarında yeni bir yapılanmaya gitmesi kaçınılmaz oluyor. Emeklilik yaşı daha ileriye çekilerek bireylerin kazanmış oldukları haklar yeniden gözden geçiriliyor ve yaşlı nüfusun devletin başına yük olması engellenmeye çalışılıyor. Alınan tedbirler, devletin sosyal devlet olma özelliğini zaafa uğrattığı, orta sınıfın yaşam kalitesini düşürdüğü gibi gerekçelerle eleştiriliyor.
Bir kaç yıl öncesine kadar Avrupa'nın bütün ülkelerinde nüfusu gençleştirmek üzere çocuklu ailelere yardım eli uzatılıyor ve çocuk sahibi olmak özendiriliyordu. Bu politikalar en fazla göçmenlerin işine yaradı. Mesela Fransa'da üç çocuk sahibi bir aile, devletin çocuklarına yaptığı yardım ile hiç çalışmadan yaşama standardına kavuşabiliyordu, birkaç yıl öncesine kadar.
Rusya'da, SSCB döneminin bir uygulaması olan üç çocuklu aileleri ev sahibi yapma projesi bugün de halen geçerli. Otuz yaşına kadar üç çocuk sahibi olan aileler çok az para ödeyerek iki odalı bir daireye kavuşabiliyor. Onun için özelikle taşrada yaşayanlar bir an önce evlenip ard arda üç çocuk sahibi olmayı çok önemsiyor.
Yirmi yıl önce Türkiye'de genç nüfusun azalması gibi bir tehlikeden bahsedilmiyordu. Ancak şehirleşme ve bireyleşme ile paralel olarak aileler daha sınırlı sayıda çocuk sahibi olmayı tercih ediyor. Evlilik yaşının otuzlu kırklı yaşlara dayanmış olması da az çocuk tercihinde önemli bir etken.
Dolayısıyla Başbakan'ın üç çocuk kampanyası "yatak odasına ne hakla karışıyor" diye tepki duyulacak bir kampanya değil. Sosyal bilimcilerin çeşitli açılardan ele alması gereken önemli bir konu.
Gelir düzeyi yüksek aileler "çocuğuma yeterli imkân sunamam" diyerek tek çocuk tercih ederken, daha alt gelir düzeylerinde üçün üzerinde çocuk sahibi olunuyor. Meselenin en önemli boyutu burası. Bir devlet politikası olarak üç çocuk kampanyası sürdürülecekse ailelerin parçalandığı, boşanmaların arttığı ve boşanmış ailelerde çocukların sadece anneleri tarafından bakıldığı gerçeği gözden uzak tutulmamalı.
Hükümet "üç çocuk" kampanyası ile beraber hatta ondan daha acil olarak "sorumluluk sahibi baba" kampanyası yapsa yeridir. Çünkü bir sorunla karşılaşıldığında erkekler "çözüm"ü evi terk etmekte ya da intihar etmekte buluyor.
Engelli çocukların ailelerine destek veren bir pedagog arkadaşım engelli (özellikle zihinsel engelli) çocukların babalarının evi terk ederek kendisine yeni bir hayat kurduğundan bahsetti. İşin daha hazin tarafı toplum evini terk eden babaları "anlayış"la karşılarken; çocuklarının başında tek başına hayat mücadelesine devam eden kadına hiçbir şekilde destek olmuyor. Hatta engelli çocuk sahibi olan babanın evini terk etme hakkını meşru buluyor.
Üç çocuk kampanyasında doğru bir noktadan hareket ediyor görünse de, hükümetin ailedeki değişimi, dönüşümü kavrayabildiği konusunda ciddi endişelerim var velhasıl.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.