Abdullah Öcalan’ın, Milliyet’in yayınladığı İmralı tutanaklarında geçen “Ermeni lobisi etkili. 2015’le gündem olmak istiyorlar” şeklindeki sözü, başta Ermeniler olmak üzere azınlıkların canını sıkmış görünüyor.
Milliyet’in yayınladığı İmralı tutanakları çok tartışıldı; önümüzdeki aylarda da bizleri meşgul etmeye devam edecek.
Ancak tutanaklarda kamuoyunun gözünden kaçan bir unsur var ki, İmralı ya da BDP tarafından düzeltilmeye muhtaç.
BDP’nin tuttuğu notlara göre, Öcalan “Ermeni lobisi” diye tanımladığı dış gücü, tarihsel olarak Anadolu’da barış istemeyen bir güç olarak görüyor. Ahmet Türk ve Ayla Akat’la olan görüşmesinde de uzun uzadıya Ermeni lobisinden söz eden Öcalan, bu kez de “Ermeni lobisi etkili. 2015’le gündem olmak istiyorlar” diyor.
İmralı’daki sohbetin ilerleyen bölümlerinde, Öcalan, Cumhuriyet’in kuruluşunda “Kürtlerin devletten dışlanmalarına” neden olarak “Devreye giren İsrail lobisi, Ermeni ve Rumlar, ‘Kürtler ne kadar dışlanırsa o kadar başarılı oluruz’ diyorlar. Bu paralel devlettin. Bin yıllık bir gelenektir” diyor.
Ayrıca bir başka bölümde yine azınlıklara yönelik milliyetçi çevrelerden duymaya alışık olduğumuz bir üslup var: “Anadolu İslamlaştırıldıktan sonra, bin yıllık bir Hıristiyanlık öfkesi var. Rum, Ermeni, Yahudi, Anadolu’da hak iddia eder. Laiklik, milliyetçilik kisvesiyle elde ettiklerini kaybetmek istemiyorlar.”
Bu ifadeler sahiden böyle miydi, yoksa görüşme notlarını alelacele kağıda dökmek gayretiyle yanlış mı anlaşıldı? Toplumda “barış dili” kullanılmasının istendiği bir dönemde, bu dilin Türk-Kürt kardeşliği ötesinde toplumun farklı kesimlerini de kapsaması lazım değil mi?
BDP’nin Ermeni açılımı
Aslında BDP ve Kürt siyasetinin son yıllarda “Ermeni” kültürüyle barışma gayretleri, takdire şayandı. Diyarbakır’da Ermeni kilisesinin restorasyonu, Sur Belediyesi’nin Ermenice tabela girişimi, BDP’nin Hrant Dink’in anısını sahiplenmesi, Ahmet Türk’ün 1915 olayları ile ilgili sözleri gibi örnekler var. BDP ayrıca bölgenin kadim halklarına bir jest olarak geçen seçimde bu yıl Süryani bir milletvekili adayı gösterdi. (Erol Dora) Bunlar, Kürtlerin resmi tarihe yönelik sorgulama sürecinin, diğer etnik grupları da kapsadığının göstergesiydi.
Şimdi Öcalan’ın azınlıklarla ilgili sözleri, başta Ermeniler olmak üzere azınlıkların canını sıkmış görünüyor. Öcalan gibi geniş kitleleri peşine takabilen bir ismin ağzından çıkan bu sözler (tabii eğer doğruysa), gayrimüslim azınlıklara karşı toplumda zaten var olan hoşgörüsüzlüğü körüklemez mi?
Saf vatandaş kavramı
Kıyıla kıyıla sayıları 100 bini bile bulmayan gayrimüslim azınlıklar (3000 Rum, 20 bin Yahudi, 60 bin Ermeni), aslında son Cumhuriyet tarihinde az mağduriyet yaşamadı. Cumhuriyet kurulduktan sonra devreye sokulan “saf vatandaş” kavramı, sadece Kürtleri değil, Ermeni, Rum ve Yahudilere yönelik ayrımcılığı da meşrulaştırdı: 6-7 Eylül olayları, Aşkale, 20 ve 30’larda Yahudi ve Ermenilerin kamudan atılması, vakıflara yönelik kısıtlamalar...
Sahi özünde MGK kararlarıyla 90’larda boşaltılan Kürt köylerinin durumuyla, 30’lardan itibaren sistematik bir kampanya (ve MGK kararıyla) Rumlardan “arındırılan” Gökçeada’nın durumu farklı değerlendirilebilir mi?
İç tehdit algısı
Azınlıklar, Avrupa Birliği süreci ve son yıllardaki reformlarla uzun zaman sonra ilk kez rahat bir nefes aldı. Devlet tarafından artık “tehdit” olarak görülmüyorlar. Vakıf malları iade edildi, azınlık temsilcileri devlet katında kabul görür oldular, hatta liderleri İstanbul’da görkemli iftar davetlerinin vazgeçilmez birer aksesuarı haline geldi.
PKK liderinin bu ifadeleri ise, kalan bir avuç Rum, Ermeni ve Yahudi’yi yeniden ‘iç tehdit’ olarak gören mantığı hatırlatıyor.
Davutoğlu Diyarbakır’da
Geçen hafta Diyarbakır’a giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, orada bir araya geldiği STK temsilcilerine “Yüz yıllık parantezin kapanmasından” söz ediyordu. Davutoğlu’nun Dicle Üniversitesi’nde de anlattığı, başta Türkler ve Kürtler olmak üzere, 1916 Sykes-Picot anlaşmasıyla Osmanlı’yı bölerek çizilen sınırlarla birbirinden ayrılan Orta Doğu halklarının yeniden kucaklaşması üzerine:
“Türküyle, Kürtüyle, Arnavutuyla, Boşnakıyla, Arabıyla hep birlikte yürüyeceğiz ya da bizi lime lime edip küçük parçalara ayıracaklar artık bu parantez kapanmalıdır”
Bu neo-emperyal vizyon; özünde Türk-Kürt barışının teorik altyapısını da barındırdığı için, zamanın ruhuna uygun. Kürt sokağının da hoşuna gidiyor. İlginçtir, Öcalan’ın İmralı tutanaklarındaki devlet tasavvuru da Davutoğlu’nun tezleriyle örtüşen bir Türk-Kürt ittifakı üzerine demokratik düzen inşasından söz ediyor.
Anayasanın tartışıldığı bir dönemde, Türk-Kürt kardeşliğine vurgu yapılması, Kürtlerin Türkiye Cumhuriyet çatısı altındaki konumunun yeniden tanımlanması, elbette önemli.
Ancak bu ortaklığın, İslam değil, ‘anayasal vatandaşlık’ ve ‘demokratik haklar’ çerçevesinde kurulması gerektiğini hatırlatalım.
Yorumcu Hayko Bağdat, “Eğer iki halkın barışması, Anadolu’nun dört kadim halkının yok sayılmasıyla gerçekleşecekse, bundan hayır gelmez” diyor. Demokrasi, her şeyden fazla, azınlığın hak ve hukukunun korunduğu rejimlerdir. Türkler ve Kürtler, yeni bir restorasyon sürecinde ana aktör olacaksa, işleri azınlıkları dışlamak değil, herkesi kucaklamak olmalı. Sadece hatırlatmak istedim...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.