Hüseyin Aygün, kaçırılması ile ilgili BDP’nin yaptığı açıklamaları “Kullandıkları dil beni incitti. Hiçbir biçimde örgütü eleştirmemeleri, duygusuz, resmi, kuru bir dil kullanmaları beni hayal kırıklığına uğrattı” diye eleştirdi
Telefonun ucundaki ses, yorgun, çok yorgundu. Hüseyin Aygün’ü Dersim’deki 48 saatlik ‘dağ macerası’ sonrası telefonda yakaladığımda, iki paralel gerçeklik arasında gidip geliyor, ancak o iki dünya arasında bir türlü istediği gibi tercümanlık yapamamanın sıkıntısını yaşıyordu.
Yeni CHP’nin en önemli sembollerinden biri olan Aygün’ü adaylık sürecinden beri izlediğim için, seçim kampanyasında PKK’dan gördüğü baskıyı, örgüte yönelik eleştirel tutumunu, iktidar partisinden bazı isimlerin iddia ettiği gibi kaçırılmasının ‘danışıklı dövüş’ olmadığını zaten biliyordum.
Peki serbest kaldıktan sonra yaptığı açıklamaya yönelik tepkiler? ‘Genç çocuklar’ ifadesiyle PKK’lıları çok ‘masum’ gösterdiği yönündeki ithamlar? Hatta kendi partisinin saflarında bile yükselen ‘terörü kınasaydı keşke...’ imaları?..
“Normal. Normal karşılıyorum. Foça’da yaşamını kaybeden yaralı çocuk bugün defnedildi. Kan akıyor, bir sürü genç ölüyor, asker hayatları kaybediliyor. Aileler sevdikleri bir sürü genci kaybediyor. Asker hayatları sönüyor. Aileleri sevdikleri, bekledikleri evlatlarının ölüm haberlerini alıyor ve büyük öfke duyuyorlar. CHP içinden de, başka partilerden de sözlerime tepki gelebilir. Ama ben kendi vicdanıma göre konuştum.”
Örneğin ‘genç çocuklar’ gibi ifadelerle neyi amaçladığını sordum: “Biraz empati olsun istedim. Bu çatışmalar hâlâ sürüyor, her gün mayınlar patlıyor, silahlar sıkılıyor, cemevlerinden alınan tabut camilerde törenle gömülüyor. Ben de çatışmanın bütün taraflarının bu ülkenin değerleri olduğunu, iki gün boyunca kaldığım insanların gencecik insanlar olduğunu ve söylediklerinin bana umut verdiğini anlatmak istedim. Evet onların sözlerini öne çıkardım, çünkü siyaset kurumuna bir mesaj vermek istedim.”
Oysa kendisinden beklenen, usul yerini bulsun misali terörü lanetleyen beylik ifadeleri tekrarlamasıydı. Bunu söylediğimde PKK’yla kendi sorunlu geçmişini hatırlatıyor: “Kuşkusuz ki terör var, silahlar atılıyor, mayınlar var. Bunları lanetliyorum. Ben zaten sivil siyaseti savunan ve şiddeti lanetleyen açıklamaları yapan biriyim. Ama her yorum öncesinde önce kınama yapıp sonra yorum yapmam isteniyorsa, bu hayatın gerçeğine uymuyor.”
Dağda birlikte kaldığı PKK’lıları soruyorum. İlk açıklamasında “18-25 arası, onlar da bu savaşı anlamsız buluyor, savaş bitsin istiyor” demişti. Neler konuştunuz? Nasıl çocuklar? “Hatta bir tanesi 17 yaşındaydı... Onların hikâyelerini konuştuk. Radyodan bombardıman yapılmayacağını duyunca çok mutlu oldular. En korktukları şeydi. Çünkü yaşamak, hayatta kalmak istiyorlardı. Dağ başında yitip gitmek istemiyorlardı.”
“Herhalde suçunuz, onları insanileştirmek...” diyorum. “Bu çocuklar PKK yöneticisi, savaşı başlatanlar ya da örgütün önde giden kadroları değil ki... Onlara Murat Karayılan, Duran Kalkan gibi bakamayız. Yaşamak isteyen, kanlı canlı, sokakta, kafede, her yerde gördüğümüz gençleri dağda gördüm. Onların da yaşama arzusunu, savaşın bitmesi için duydukları özlemi önemsedim.”
BDP’nin kaçırılma olayına verdiği tepkiyi soruyorum. Beklediğimin aksine bir cevap veriyor Hüseyin Aygün: “Dün bir milletvekili aradı. Ben yokken de bir açıklama yapmışlar. Ama kullandıkları dil beni incitti. Hiçbir biçimde örgütü eleştirmemeleri, duygusuz, resmi, kuru bir dil kullanmaları beni hayal kırıklığına uğrattı.”
Devam ediyor BDP’ye kırgınlığını anlatmaya: “Örgütün beni uzun süre tutmayı planladığını biliyorlardı. Benim gibi sol ve demokrat, tutuklu öğrencilerin, cezaevlerindekilerin, Alevilerin sorunlarıyla ilgilenen, Dersim meselesini ve cemevlerini sahiplenen birine daha fazla destek olmalarını beklerdim. Kuru, duygusuz ve insani olmayan bir dil değil...”
Ve ekliyor: “Ama ben gene de Kürtlerin haklarını savunmaya devam edeceğim.”
“Sizi aylarca tutacaklarını nereden biliyorsunuz?” diye soruyorum. “Uzun bir sorgulama süreci olacağını söylediler. Açıkçası, kamuoyu tepkisi beni dişlilerin ağzından kurtardı. Üstelik onların sorgulaması şiddet de içeriyor. Kamplarda sorguladıkları insanlara tecrit, beslenmesine engel olma, fiziki baskı da uygulayabiliyorlar. Ben de buna maruz kalabilirdim. Barışı savunan, sivil çözümü savunan ve silahsız dolaşan bir milletvekilini kaçırma cüreti gösterdiklerine göre, şiddet de uygulayabilirlerdi...”
Allah’tan başına bir şey gelmedi; Meclis’teki kısa mesaisinde bile sivil siyasete dağlar kadar katkı yapan bu Dersimliyi, başka dağlara götürmediler, diye düşünüyorum.
İstemeye istemeye, hükümet cephesinden gelen imalı lafları, yakışıksız tweet’leri soruyorum. “Hükümet bunu basit bir siyaset oyununa çevirdi. Hiçbir insan kaçırılmamalı, ama korumasız dolaşan barışçıl bir milletvekilinin kaçırılmasının ayrı bir anlamı var. Bunu anlamadılar...”
Sahi, kaç kişi anladı acaba?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.